Hazır şu aralar Melih ve Ahmet Gökçek yorumları çok gündemdeyken, böyle bir baba, oğul haberi de Alex ve Darren Ferguson'dan geldi.
Nasıl ki her futbolcu babanın, oğlu iyi futbolcu olmuyorsa; her iyi menajerin oğlu da iyi menajer olmuyor. Sir'ün oğlu Darren da takımı Preston'ın Championship'in son sırasına demirlemesiyle işinden oldu.
Bunun üzerine babası ne yaptı? Gitti, sezon başında oğluna verdiği kiralık 3 genci (King, de Laet ve James) geri çağırdı.
31.12.2010
30.12.2010
HANGİ A.INA KOYDUĞUM KÜFRETTİ LAN!
Sporda şiddet önledik önleyeceğiz derken hiçbir şeyi önleyememiş olmanın siniriyle tribün olaylarını engellemek için mecliste harekete geçti.Cezalar düzenlenince işlerin düzeleceği düşüncesinde olanlar kanun çıktıktan sonra "uygulanmıyor polis ilgilenmiyor" diyecek bir iki işlem yapılınca "polis yakalıyor mahkeme salıyor" diyecek böyle müzmin muhalifliklerine devam edecekler. Bunlara alışkınız da karşı tarafta olna bazı yazarlara takıldım. "Hani" siz konuşamayan Mehmet Demirkol vay efendim küfür eden adama 6 ay hapis cezası olur mu diye çıkıştı geçenlerde. Şimdi şöyle bakalım. Yolda yürüken birine küfür etseniz zaten cezası 3 ay hapis, allahını kitabını dediniz mesela haşırt 1 sene vs vs. Peki sövdü diye içeri giren var mı. Yok. niye. E kardeşim bir küfüre hapishane olur mu. Para cezası var ertelemesi var var da var. Stadyumda edersen 6 ay olsun denmiş. Şimdi bakınca zaten küfür etmenin cezası böyleymiş şiddet önlensin diye de biraz caydırıcı bi miktar önerilmiş. Mehmet Demirkol havadan havadan konuşuyor yok hapishanelerde yer kalmazmış olur muymuş .Lan sen bi sus sanane cezanın miktarından bilmem neden. Nerede gördün küfür eden adamı hemen paketleyip hapse tıktıklarını (başbakan falan başka onu karıştırmayın şimdi). Adam maça gelmiş çocuğu ölen futbolcunun ölmüş çocuğuna küfür ediyor. E alsın işte ceza da para cezası bilmem ne ödesin yaptığının karşılığını bulsun. Stadyumların küfür edilmek için inşa edilmiş yerler olduğunu düşündüm hep. Ama son yıllarda büyüdüğümüzden midir nedir. Çok ağır küfür ediyorlar futbolculara eskiden bu kadar insanlık dışına çıkılmamıştı. Bunlarda uygulanabilecekse ceza alsın kardeşim hemen ya olmaz denge bozulur diye karşı çıkmanın anlamı ne. Buradan açıklıyorum eğer küfür edenlere ceza verilmesin görüşü üstün çıkarsan 19 mayıs satdına gidip mehmet demirkol'a küfür edeceğim. Soran olursa da e maçtayız amuğa goyum küfür etmeyelim mi diyeceğim. Günlük hayatta küfürlü konuşan küfürü de çok seven birisiyim ama sırf diğer takımın formasını giydi diye de açıkçası usturuplu düzgün küfür etse kızmayacağımız halde insanlık dışı sözler söyleyenleri de ancak küfrü yasaklayınca engelleyebileceğiz. Spor bu yav. Hayvanlaşmanın anlamı yok. Mal gibi topa vurdu belki adam doğru ayağını s.kiyim demek varken ölen çocuğunu .. demenin oha arkadaş artık. Maça gidemez oldum amk.
19.12.2010
Ex'ten Next olur mu?
Hidayet'in Magic'e dönmesi iki sevgilinin yeniden birlikte olmasından farksız. Magic sonrası, haklı olarak kariyerinin son kontratını yapan biri olarak parayı tercih ettiğinden beri Hidayet'in performansı hakkında boşuna yorum yapmayalım. En son olarak Phoenix'ten biri onun için "Sanki emekli olmuş gibi oynuyor" demişti.
Orlando tarafında ise 25 sayı 12 asist 5 ribaund ile Celtics 7. maçı kazandıran, sonraki turda takımın en yükseği 6.7 asist ortalaması ile Cavs'ı eleyen, final serisinde de 18 sayı ortalaması ile takımın yine en yükseği olmuş oyuncuya kavuşmanın sevinci var. Ki bu sevinç, edebiyat kasmak için yazdığım bir laf değil.
İşin kanımca en önemli tarafı "bu takımdan cacık olmayacak" demeye başlayan Howard'ı mutlu tutmak. Kankasını getirmek de bunun önemli bir parçası. O da zaten "Hedo, bizim Mr. 4th quarter'ımızdı" diyerek gerekeni yapmış.
Hidayet için sorulan soru tabi ki, "Hidayet, 2 sezondur yanlış sistemin kurbanı mı?" Yazın, Dünya Şampiyonası'ndaki performansını gördükten sonra buna yüksek oranda evet diyebiliyorum. Zira kafamızdaki Hidayet imajı yıllardır, "canı isterse oynar" değil mi? Geçen yıl, New York maçındaki oyunundan sonra yorumcunun "bugün ne değişti?" sorusuna "ball" diye yanıt veren de o. Stan Van Gundy, Jameer Nelson, Dwight Howard ile yıllardır oynadıktan sonra artık Hidayet'in "kan uyuşmazlığı var" gibi bahaneler uydurma şansı kalmadı.
Burası artık Hidayet'in son durağı. Orlando ahalisi "Welcome Home, Hedo" başlıklarıyla Hidayet'i karşıladğı bir ortamda, Hidayet'in burada da tutunamaması, Hidayet'in bittiğinin resmi göstergesi olacaktır.
O zaman da artık arada youtube açıp aşağıdaki gibi videolarla NBA'de kariyer yapmış ilk Türk'ü yadetmekten başka şansımız kalmayacak.
18.12.2010
Ayın Golleri
World Soccer her ay en güzel 5 golü seçiyor. Goller biraz eski. Genelde ekimden kalma ama olsun halen daha Maradona'nın 1986'da attığı golü dönüp dönüp izlemiyor muyuz?
Ayın şamar oğlanı: Mohammadou Idrissou vs Kaiserslautern
17.12.2010
Ah Wenger Vah Wenger
Şampiyonlar Liginde 2. tur eşleşmeleri belli oldu ve dikkatleri çeken en önemli 2 eşleşme; geçen sezonun finalistleri Inter ve Bayern'in henüz 2. turda karşılaşacak olmaları ve tabi ki 2010 sezonunun en keyifli eleme turlarından birinde 2 maçta bize 9 gol izleten Barcelona ve Arsenal'in eşleşmeleriydi.
Yılın en iyi performans ödüllerinin dağıtıldığı bu günlerde bir ödül de talihsizlik dalında Wenger'e verilse iyi olmaz mı? Fotoğrafta Arsene Wenger kaybedilen Braga maçından sonra bugünleri sezmiş görünüyor :)
16.12.2010
Geçmiş Zaman Olur Ki #2
Bundan tam 18 sene evvel; 16 Aralık 1992 Çarşamba.
A milli futbol takımımız, 1994 ABD Dünya Kupası elemelerindeki 4. maçında, Rijkaard, Gullit, Van Basten (Van Basten oynamıyor bu maçta) iskeletli efsane kadrosuyla Hollanda' yı ağırlıyor. İlk üç maçımızda Polonya deplasmanından mağlup dönmüş, içeride San Marino' yu yenmiş ve deplasmanda İngiltere' den standart tarifeyle 4 yemişiz. Teknik direktörümüz, bir sene kadar sonra içerideki İngiltere maçının ardından görevi devredecek olan Sepp Piontek.
Kalan maçlarında pek varlık gösteremeyen milliler (ilk maçta tarihinin ilk golünü bize atan San Marino, ikinci maçta tarihinin ilk puanını yine bizden aldı), son iki maç için takımın başına gelen Fatih Terim ile geç bir atak yaptı: İç sahada Polonya ve grup lideri Norveç' i yendik ama bu bizi 6 takımlı grubun 5. sırasında kalmaktan kurtaramadı.
A milli futbol takımımız, 1994 ABD Dünya Kupası elemelerindeki 4. maçında, Rijkaard, Gullit, Van Basten (Van Basten oynamıyor bu maçta) iskeletli efsane kadrosuyla Hollanda' yı ağırlıyor. İlk üç maçımızda Polonya deplasmanından mağlup dönmüş, içeride San Marino' yu yenmiş ve deplasmanda İngiltere' den standart tarifeyle 4 yemişiz. Teknik direktörümüz, bir sene kadar sonra içerideki İngiltere maçının ardından görevi devredecek olan Sepp Piontek.
İlk 60 dakika Hollanda' yı iyi kilitliyoruz. Lakin, üzerimize baskı kurmayan rakiplerden uçuk savunma hatalarıyla gol yeme alışkanlığımız tarihle yarışıyor, malum; 2 dakikada, sonradan İstanbulspor forması giyecek Van Vossen ve Gullit ile iki gol buluyor Hollanda. Biz de 2 dakika sonra, seyirci ısrarıyla devre sonrası oyuna alınan Feyyaz ile cevap veriyoruz rakibe ama yetmiyor. Sonlara doğru Van Vossen bir gol daha atıyor ve 3 -1 yeniliyoruz.
Kalan maçlarında pek varlık gösteremeyen milliler (ilk maçta tarihinin ilk golünü bize atan San Marino, ikinci maçta tarihinin ilk puanını yine bizden aldı), son iki maç için takımın başına gelen Fatih Terim ile geç bir atak yaptı: İç sahada Polonya ve grup lideri Norveç' i yendik ama bu bizi 6 takımlı grubun 5. sırasında kalmaktan kurtaramadı.
Yanda, maçın ertesi günü Milliyet gazetesinde Ömer Üründül' ün yazdığı maç yazısını görebilirsiniz (üzerine tıklarsanız daha net okunabilir hale gelecek): Özellikle ikinci paragrafın giriş ve çıkış cümleleri, yazının kalanının okunmasına ciddi derecede engel; ben şahsen hayli zorlandım.
"Bloklar arasındaki olumlu bağlantı ile sahayı iyi parsellememiz rakibe organize ataklar geliştirme ve tempoyu istediği şekilde ayarlama imkanı vermedi. (...) Bülent ile Van Vossen' e, Ogün ile Gullit' e adam adama markajlı bir alan savunması uyguladık. (...) Bu durumda Hollanda' nın defans - orta saha bağlantısı olumsuz yönde etkilendi. Biz de bundan faydalanarak hücum girişimlerimize ağırlık verme fırsatı bulduk."
Maçın tarihi ile ilgili somut verilerin üstünü karalasak, yazının dün akşam oynanan bir maç ile ilgili bugün yayımlanan bir yazı olduğunu "benim" diyen sporsevere kolaylıkla yutturabiliriz. Üslup aynı, futbola bakış aynı, kullanılan klişeler aynı, hatalar ("adam adama markajlı bir alan savunması") aynı.
Son 20 senede futbolda tarifi imkansız değişiklikler var ama Ömer Üründül bize hâlâ aynı maçı anlatıyor.
Yeni Başlayanlar İçin Muhasebe #2: Borcu Alacağa Çevirmek
Galatasaray' ın, Elano' nun Santos' a transferindeki cinliğine şurada değinmiştik.
Yeni ve müthiş bir muhasebecilik örneği de, göreve seçildiği kongre mahkeme kararıyla iptal edilen ve yeniden yapılması gerekecek kongrede aday olmayacağını açıklayan Ankaragücü başkanı Ahmet Gökçek' den geldi dün:
"Ahmet Gökçek ayrıca göreve gelecek yeni yönetimin futbolculara 14 milyon TL, kendilerine de 36 milyon TL ödeme yapmak zorunda olduğunu sözlerine ekledi."
Açıklamanın tam metninin içerdiği enfes demagojik öğelere sonra değiniriz; lakin burada tam anlaşılamayan bir şey var: Kendi dönemlerinde yapılan yatırımı temsil eden 36 milyon düşen yönetimin alacağı, pek güzel, peki futbolculara ödenmesi gereken meblağı temsil eden 14 milyon kimin borcu? Yeni gelecek yönetim, mantık ve matematik icabı 36 - 14 = 22 milyonu eski yönetime, 14 milyonu da haliyle futbolculara olmak üzere toplam 36 milyon borçla işe başlaması gerekirken, neden 36 + 14 = 50 milyon tutarında bir külfetin altına giriyor? Böyle olunca adamlar 14 milyonu hem alacağın sahibi futbolculara, hem de borcun sahibi eski yönetime ödemiş olmuyorlar mı?
Herhalde bakılan açıya göre muhasebe ilmi, "olağan borç" diye bir kalem icad ediyor bu noktada; Ahmet ya da Mehmet, görevde her kim olursa olsun gider kalemine yine yazılacak olan bu borç, Ahmet ya da Mehmet, artık görevdeki her kimse onu bağlamıyor.
Tek kelimeyle muazzam.
14.12.2010
Dejavu
- Portekiz Milli takımında 2 si düzenli 1'i arasıra olmak üzere oynayan 3 önemli futbolcu. 3'ü de takımın gerçekten ihtiyaç duyduğu mevkilere transfer edildiler ve taraftarın sevgilisi Q7 ile yakın arkadaşlar. Mümkün olduğunca kolay adepte olabilecek durumdalar. Ama bu adamların Bjk forması giymesi sanki dejavu dedirtiyor birçoklarımıza.
- Biz bu filmi görmüştük diyenler çoğunlukta. Keita, Baros, Kewell, Elano, Arda'lı kadrosu Rijkaard'lı Neeskens'li kenar yönetimi ile tarihinin en iyi ekibini kurmuştu GS. Sezon harika başlamış, hücum futbolundan güzel örnekler sergileyen takım gelene gidene 3-5 atıyordu, herşey toz pembe olmuştu. Ne olduysa 9. haftadan sonra oldu. Yıldızlar tek tek sakatlanmaya başladı puan kayıpları üstüste geldi derken devre arasında 2 flaş isim daha kadroya eklendi: Jo ve Dos Santos. Filmin devamı ortada. Değişen aktörler, değişmeyen skorlar, önlenemez düşüş.
- 1 sene arayla aynı yoldan ilerleyen bir Beşiktaş. Sezon başında tarihinin en iyi kadrosu kuruldu iddiası, 2 süper yıldız, parlak bir antrenör, ilk yarının ortalarına kadar iyi bir performans, sonra sakatlıklar derken puan kayıpları vs. vs.. Şimdi Bjk devre arasına ezeli rakibinin yanlış yolunda ilerlemeye devam ederek giriyor. Yapılan transferler daha şaşaalı ve daha fazla takımın ihtiyaçlarına yönelik ve gerçekten etki yapma ihtimalleri GS'deki meslektaşlarına göre daha fazla isimler.
- Peki Avrupa Ligi'nde oynayamayacak oluşları nasıl bir tablo yaratıyor. Beşiktaş yönetiminin bu transferlerdeki en büyük amacının kulübü CL'ye sokmak olduğu ortada. Uefa 'da istenilen noktaya çoktan gelindi gibi görünüyor. Bunun için masraftan kaçmadılar ama ya tutmazsa? Bu adamların parası ödenemez ise? Elimizdeki yabancıları da yok pahasına elden çıkardıktan sonra gelecekteki alacaklarına karşılık bonservisleri eline verilerek bu arkadaşlar da kaçırılırsa? Bu karanlık tabloda kopacak kelle çok ama olur da başarı gelirse Yıldırım'dan kralı yok. Bu da iyi mi kötü mü onu zaman gösterecek. Ama ben de dahil pek çok BJK'lı dışarıdan mutlu olsa da içten içe artık daha sıkıntılı, daha umutsuz ..
12.12.2010
Bir Koltuk da Bana Getirin
Soğuk bir kış gününde evde oturmama rağmen çok da ilgimi çeken bir maç değildi. Lig TV'yi son 15 dakikada açtım, sırf taraftarların çaresizliğini ve küfürlerini dinleyip neşeleneyim diye. Geç kalmışım. Muhtemelen o küfürler daha 30. dakika dolmadan başlamış, soğuğun da etkisiyle artık tribünlerin son 15 dakikada küfredecek hali kalmamıştı.
Galatasaray bu durumlara düşmeyi hak ettiği için daha çok seviniyorum. Servet gibiler maçı sabote edip, Şampiyonlar Ligi'ni kazanmış adama "bu adam hoca değil" deyip kovarak atılabilecek tek kurşunu da atıp, takkeyi düşürdükten sonra kelin görünmesi ile artık yapacak bir şey kalmadı ve bu çaresizliği izlemekten büyük bir haz duyuyorum.
Shabani Nonda gönderildiğinden beri takımın ikinci bir forveti yokken, halen daha son dakikaya kadar Misimoviç'in peşinden koşup, adamın 2 ayda kadro dışı bırakılmasını izlemekten, Elano gönderilirken, internet sitesinde bilanço tablosunu döküp, "bak adama bu kadar para ödemekten kurtulduk, esasında kardayız" gibi aciz açıklamalar yapılmasından, sırf beleş diye, Beşiktaş'a hiçbir katkısı olmamış Serdar Özkan, Gökhan Zan gibi adamların takıma toplanıp, sonra bir dakika bile oynamamalarından büyük haz alıyorum.
Her şeye rağmen rüzgar tersine de dönebilir. Daha yeni stadın açılmasının vereceği sunni gündem var. Elde kupa var. Kupa bir şekilde alınıp, fenerle "eheh 20 bilmem kaç yıl oldu hala kupa alamadınız" diye dalga geçmeye devam da edilebilir. Keşke böyle olsa da Galatasaray'ın sorunları, hasır altına süpürülmeye devam etse.
Yazılanlara göre millet hatıra diye Ali Sami Yen'in koltuklarını söküp götürmüş. Şekerspor maçında insanlar nerede oturacak merak ediyorum. Sırf bir maç için o kadar koltuk monte edilir mi stada? Hazır koparmışken bir koltuk da bana getirseydiniz.
11.12.2010
Ve Bitti
Artık sağdaki ve hatta soldaki de tarihin tozlu yapraklarından hoş birer hatıra.
111 yıllık tarihinin 108 yılı boyunca tüm maçlarına forma reklamı olmadan çıkan, son 3 yıldır da karşılığında para ödeyerek UNICEF logosu taşıyan Barcelona, dün Qatar Foundation ile seneliği 30 milyon Avrupa Birliği dinarı karşılığı, içinde bulunduğumuz sezonun ikinci yarısından itibaren geçerli olmak üzere 5,5 sezonluk bir forma reklamı anlaşması imzaladı.
Barındırdığı tüm yerel motiflere rağmen endüstriyel futbol iklimine iliklerine kadar girmiş olan Barcelona' nın 9 haneli rakamlara ulaşan borcu ve geçen yıl zarar açıklamış olması bu neticenin şüphesiz önemli etkenleri.
Bu rakam, ayrıca futbol tarihinin bu alanda yeni zirvesi; Deutsche Telekom' dan senelik 25 milyon indiren Bayern Münih, bu anlaşmayla ikinci sıraya kaydı.
Şimdi Neredeler #1
Maradona' nın o maçta ipe dizdiği 6 İngiliz futbolcu şimdi neredeler, ne yapıyorlar?
Peter Reid: Şu anda 54 yaşında ve geçen sezon Championship' ten League 1' e düşen Polymouth Argyle' ın menejeri, ki bu takım, listenin sonunda zikredeceğimiz Peter Shilton' un da bir dönem oyuncu-menejer olarak görev yaptığı bir takım. Polymouth, 18 maç sonunda 24 takımlı ligde 17. sırada.
Peter Beardsley: 49 yaşında ve Newcastle United' ın yedek takımını çalıştırıyor. Geçtiğimiz hafta, Chris Hughton' un kovulmasının ardından 3 günlüğüne takımın geçici menejerliğini üstlendi; Newcastle bu sürede herhangi bir maç oynamadı.
Terry Butcher: Şu anda 51 yaşında ve iki sezondur İskoç ekibi Inverness C.T.' ın menejeri. Takımı geçen sezon düşmüş olarak devraldı ve League 1' da şampiyon yaptı. 15 hafta sonunda, 12 takım arasında 4. sıradalar.
Terry Fenwick: Adaşı Butcher ile aynı yaşta ve San Juan Jabloteh takımının başında, 2002' deki başlangıcından beridir Trinidad & Tobago liginde; takımı, ligin önemli takımlarından ama şu aralar orta sıra mücadelesi veriyor.
Gary Stevens: 47 yaşındaki Stevens, bu 6 kişi içerisinde kendine futbol ile doğrudan ilişkili bir kariyer çizmeyen yegane isim. 1998' de futbolu bıraktıktan sonra fizyoterapi eğitimi aldı ve şu anda isminin başındaki Dr. ünvanıyla ABD' de bir hastanede görev yapıyor.
Peter Shilton: 61 yaşında şu an. Emekliliğin tadını çıkarıyordur herhalde, ne yapsın? Yaklaşık 15 senedir futbol namına aktif bir görev almışlığı yok; ara ara TV yorumculuğu, sunuculuğu gibi işler yaptı en fazla.
9.12.2010
Geçmiş Zaman Olur Ki #1
Bundan tam 12 sene evvel; 9 Aralık 1998 Çarşamba.
Galatasaray, 1998-99 Şampiyonlar Ligi B Grubu son maçında, şu puan tablosu ile Athletic Bilbao deplasmanına çıkıyor:
Öbür tarafta Juventus Rosenborg' u konuk edecek. Galatasaray iddiasız Bilbao karşısında kazanırsa diğer maçta çok acayip şeyler vuku bulmadığı taktirde, beraberlik koparırsa da diğer maçın Juventus galibiyeti yahut beraberlikle sonuçlanması halinde Şampiyonlar Ligi tarihinde ilk kez çeyrek finale yükselecek (Yazar burada Şampiyon Kulüpler Kupası' nı hesaba katmıyor).
Juventus, iki açıdan grubun nefret odağı: birincisi, tabloda da görülebildiği üzere bu noktaya 5 beraberlikle gelmiş olmaları; hem de o efsane kadrolarıyla ya gol atıp yatmaya çalışıyorlar yahut gol yiyince haldır huldur bir futbolla bir şekilde atıyorlar... İkincisi siyasi bir mesele; Suriye' den kaçan Abdullah Öcalan' ı bir müddet misafir eden İtalya' ya ağır bir tepki var memlekette, ahali kayışı koparmış çizme falan yakıyor ve Juventus da bu ortamdan istifadeyle İstanbul deplasmanına gelmemek için binbir dolap çevirerek maçın ertelenmesine sebep olmuş.
Galatasaray' da küçük ve büyük Hakan, Ergün, Tugay gibi eksikler var; Bilbao' da Alkiza, Urzaiz gibi as oyuncular kulübede.
Oyunu rölantide tutmaya çalışan Bilbao, ilk yarının sonlarına doğru Fatih Akyel' in ayağına dolanan topu kapan Guererro ile bir gol bulup öne geçiyor. İkinci yarı, içerideki Juventus maçında olduğu gibi artan Galatasaray baskısı bir türlü değil gol, pozisyonlara dönüşemiyor; son dakikada o zaman henüz 21 yaşında olan Burak Akdiş' in altıpastan auta vurduğu bir kafa şutu var, başka da bir şey yok. O son dakika şutu kaçmasa, İtalyanlar' a ağzının payını vermiş olma rahatlığıyla bugün dahi hayırla yad edeceğimiz akşam kötü bitiyor nitekim; diğer maçta Rosenborg' u 2-0 ile geçen Juventus çeyrek finale yükseliyor.
Maç sonu oluşan puan tablosu da pek ilginç. 8 puanlı Juventus, Galatasaray ve Rosenborg averajlarına göre sıralanmış:
Maçtan bir hafta kadar sonra bizim basın cirmi kadar bir yaygara kopardı: UEFA o sezon itibariyle ikili averaj uygulaması başlatmış ve üç takımın aynı puanda olduğu bu örnekte de üç takımı kapsayan bir değerlendirmeyi, yani adı konmamış bir metodu, üçlü averajı nazara almıştı (bu değerlendirme sonunda da Juventus' un 6, Galatasaray' ın 5, Rosenborg' un ise 4 puanı oluyordu); bu haksızlıktı ve talimatnamelerde adı geçmeyen üçlü averajın uygulanmaması gerekiyordu, yerine Galatasaray' ı çeyrek finale taşıyacak, sözgelimi çapraz ikili averaj değerlendirmeleri falan yapılmalıydı. Ama UEFA yemedi tabii bunu.
8.12.2010
4-6-0
Yeni trend bu. Hele ki Barcelona' ya atfediliyor bu formasyon bugün... Tamam, bitmiştir.
Üçüncü senesinde ikinci ciddi rötuşunu yapan ve Ibrahimovic' in elden çıkarılmasıyla Rijkaard' dan kalma santrforlu 4-3-3 formasyonunu tamamiyle terkeden Guardiola' nın yeni sistemi bu. Diyorlar... Ben şahsen Barcelona' yı izlerken başka şeylere kanalize olduğum için pek bilemiyorum.
Farazi isimlendirmesi de sanırım şöyle oluyor: Busquets, Xavi ve Iniesta' dan müteşekkil iç orta saha, Villa ve Pedro forvetten bozma açıklar, Messi de serbest.
Bu tabii ben dinozorunuzu 15 sene kadar evvele zıplattı. Şöyle ki: Simeone, Redondo ve Balbo' dan müteşekkil iç orta saha, Batistuta ve Caniggia forvetten bozma açıklar, Maradona da serbest.
Arjantin' in, nihayetinde gruptan çıkamayarak elendiği 1994 Dünya Kupası' nın ilk iki maçındaki formasyonu olur bu. Bu iki maçı domine eden bu takım (Yunanistan 4-0, Nijerya 2-1), Nijerya maçı sonrası Maradona' da doping tespit edilmesiyle dağıldı, son maçta Bulgaristan' a yenildi (0-2) ve grubun üçüncü sırasında kalarak evine döndü.
Futbol, elbet bugünkü kadar hızlı oynanmıyordu ama o Arjantin de bu Barcelona gibi kendi yarı sahasında kaptığı topu, dönemin şartları dahilinde oldukça hızlı bir şekilde 6 kişiyle beraber rakip kale önüne indirebiliyordu. Akıllara daha çok müteakip gol sevinciyle kazınmış olsa da, Maradona' nın Yunanistan' a attığı şu gol, bunun tipik bir örneğidir.
Demem o ki; 4-6-0 formasyonunun mazisi, en azından 1994' e uzanır. Daha eskiye dair malumat için bir kutu şeker ile Levent amcamızın yahut Emre dayımızın kapısını çalabiliriz.
5.12.2010
Fenerbahçe - Karabük
* Buca maçını pas geçtikten sonra 1 aydır ilk maçımdı. Stada girerken İstkilal Marşı okunuyordu. İyice gevşek bir adam oldum.
* Goller erken gelmese çok sıkıntı çekerdik. Niang'ın performansı çok düşüktü. Ne ilerideyken, ne de sola alınınca pek bir şey yapamadı. Bir 10 dakika önce aynı değişiklik yapılmalıydı.
* Sanırım ilk Daum döneminden bu yana Fenerbahçe'nin oyun içersinde sahada dizilimsel bir değişikliğe gittiğini gördüm. İkinci yarının hemen başında Karabük'ün orta sahasındaki baskısına karşılık Selçuk'u çapa olarak oyuna alıp, son haftalarda götü sıkışınca oynamaya başlayan Cristian ile Emre'nin daha önde basabilmesini sağlamak, maçın dönüm noktası oldu.
* Semih'in kaçırdığı pozisyonu tasvir etmek çok zor. O pozisyon 100 defa gelse 100'ünü de Türkiye'den gol yapacak iki adam söyle deseler, biri Baros diğeri Semih olurdu. Vuruş anında öyle bir isteksizlik vardı ki! Genç Semih 27 yaşına geldi. Artık gitse de bir rahat etse bu adam.
* Emenike acayip bir adam. Yobo gibi bir yarmayı bilep basıp takır takır geçiyor. Adam bildiğin Drogba'nın, Türkiye ligi seviyesi karşılığı.
* Santos ile ne yapılacağı konusunda umarım Aykut'un devre arası bir planı vardır. Ya adamı kazansın, ya da faydası olmayacağına kanaat getirdiyse satsın, yerine adam gibi bir sol bek alsın. Zira Caner sol bek değil, bas bas bağırıyor. Her seferinde rakibine geçiliyor. Hoş bence Caner büyük takım topçusu da değil.
4.12.2010
Yazıcı niye özür diliyor?
* Sabah NTVspor'u açtım ve İbrahim Yazıcı'nın "Avrupa'da aldığımız sonuçlardan dolayı Bursa ve Türkiye'den özür diliyoruz" açıklamasını gördüm. Neden özür dilediğini anlamadım, aynen Valencia maçından Ertuğrul Sağlam ile yolların ayrılması konusunun dillendirilmesini anlayamadığım gibi.
Sanki her sene Avrupa'da ülke olarak çok başarılıyız da Avrupa'da alınan sonuçlar sonrasında bir takımı tarihinde ilk defa şampiyon yapan, bu yıl da ligde ikinci giderken sorgulanıyor. Bu ülke daha önce de bir temsilcisinin Şampiyonlar Ligi'nde 0 puan aldığını, başkasının Leeds'den 6 yediğini, ötekisinin evinde Chelsea'den 5 yediğini görmüşken, bu sezon 3 takımı daha ağustosta Avrupa'dan elenmişken daha hala neden özür dileniyor ki?
* Dünya Kupası, Olimpiyat gibi etkinliklerin evsahipliği seçimi 15 - 20 kişinin oyu ile belirlendiği sürece her zaman rüşvet konuşmaları olacaktır. Wikileaks bunların da belgesini bulsun, yayınlasın. Pazarlamaya o kadar para harcayana kadar her bir üyeye 1 milyon dolar ver, 15 milyon dolara işi bitir. Neden 2018 ile 2022'nin seçimleri bir arada yapıldı, bu konuda herhangi bir açıklama yok. Komplo teorisi; Sepp Blatter'in koltuğunun sallandığının, 4 sene sonra burada olup olmayacağının belirsizliğiyle "ikisinin de stad yapımı ve altyapı konularını bağlayayım gider ayak" anlayışı olduğu yönünde.
Polyanacılık yapacak olursak Güney Afrika ve Ukrayna örneklerinde gördüğümüz üzere 8 yılın tüm altyapıyı tamamlamaya yetmediği, futbol ülkesi olmayan bu ülkelere daha fazla zaman vermek amacının güdüldüğünü de düşünebiliriz. Katar'ın çok büyük iki avantajı vardı.
1. FİFA'nın bu organizasyondan en büyük ekmeği TV yayın haklarından yiyor. 2010 Dünya Kupası yayınlarından toplam 4 milyar dolar aldılar ve tabiki ekmeğin en büyük payı Avrupa. Avustralya başta olmak üzere Katar hariç diğer tüm ülkelerin saatleri Avrupa ile fazlasıyla ters ve primetime yayın olmadan bu kadar paralar kazanamazsın.
2. Japonya ve Kore daha 8 yıl önce Dünya Kupası organize ettiler. ABD'nin de 16 yıl önce yaptığını unutmayalım.
* Çarşamba, Sinan Erdem'deydim. Yıllardır, Ataköy'de yaşayan biri olarak; Saraçoğlu, Caferağa, Burhan Felek'e gitmeyi bir nevi deplasmana gitmek gibi tecrübe edinen biri olarak evime 10 dakika yürüme mesafesindeki salona gitmek büyük rahatlık. Yıllardır Tanjevic'in dışardan şut atmaya dayalı hücum sisteminden sonra, sürekli içeriden oynamaya çalışan, köpek gibi savunma yapan bir takım izlemek inanılmaz bir keyif. Gerçi galibiyetsiz Cibona bir ölçü değil, haftaya Barcelona maçı var. Sonra zaten Top16 ile esas mücadele başlayacak.
* Dominos'ta işlerim çok yoğun, Barça maçına 1 haftadır birşeyler karalayacak vakit bulamadım. Dominos'tan alışveriş yapacaksanız, (ki yapın zaten :) kendi internet sitesini kullanın, yemeksepetini değil. Bana destek olun :) Barça maçının 8. dakikası falandı:
Babam: Ben daha Mesut'un ismini duymadım.
Ben: Ben daha herhangi bir Real Madridlinin ismini duymadım.
Babam: Niye? Casillas ve Pepe! Yetmez mi?
Ne kadar içinde İtalyan olmasa da bir İtalyan takımıyla savunma yapmakla, Real Madrid'den aynı savunma performansını beklemek hiç bağdaşmayan iki konuydu. Nitekim Mourinho da, Khedira ile Alonso'nun yanına Lass'ı koymak yerine, savunmadan tek anladıkları topun arkasında durmak olan dört oyuncuyla çıkarak, "ben kendi topumu oynarım" dedi, ama onu oynayacak top olmayınca bu kumar tutmadı.
Kapanışı İspanyol televizyonun yaptığı bir çalışma ile yapalım:
3.12.2010
2018 ve 2022 Dünya Kupaları
Hakları mıydı değil miydi bilemem ama merak ettiğim bir konu var:
Bu seçimlerde delegelerin şahsi hesaplarına kaçar milyoncuk yatırıldı, kim kaç oyu neye karşılık satın aldı acaba?
Bir de şu Blatter ne zaman defolacak? Herif tam sinsi
Bu seçimlerde delegelerin şahsi hesaplarına kaçar milyoncuk yatırıldı, kim kaç oyu neye karşılık satın aldı acaba?
Bir de şu Blatter ne zaman defolacak? Herif tam sinsi
2.12.2010
4-Peat Oldu Yiğen
Hayırdır üstüste 4. maçı da vermişiz...
Kobe ne zaman fazla şut kullanmaya başlıyor, bizim takım tepetaklak gidiyor anacığım...
Daha Bynum oğlan ne zaman gelecek belli değilken, Pau'nun artık yürüyecek hali kalmamışken, Kobe panyaları döverken gidiş nereye, çözemedim?
2007 yılından beri ilk defa 4 maç kaybettiğimizi hatırlatır, camiaya güzel günler dilerim.
1.12.2010
Şeytanın Avukatı
Son dönemde adının hakkını veriyor El Clasico ve iyiden iyiye bir Barcelona klasiği olarak değerini kaybedecek gibi. Gelmiş geçmiş en büyük 3 teknik direktör arasına gözüm kapalı adını yazacağım Jose Mourinho bile bu makus talihi değiştiremedi. Bu noktada maçın analizini yapacak değilim, zaten çeşit çeşit blogda bu yapılmış ve aslına bakarsanız maç içerisinde analizi yapılabilecek bir durum zaten hiç olmadı. Benim derdim Mourinho'ya olan acaip nefretle ilgili. Bu sebeple Cl'deki Barca-Inter maçının ardından yaptığım gibi onun avukatlığına devam edeceğim.
Adam kazanıyor kızıyorsunuz, kaybediyor kızıyorsunuz, ne yapacak mesleği mi bıraksın? Efenim kendisi bu sefer de Mosmourinho olmuş, rakibine saygı göstermediği için hakettiğini bulmuş, sportmenliğe kin derecesinde düşmanmış, kendisinden daha zayıf gördüğü rakipleri aşşağılamaktan zevk alıyormuş, egosu tavan yapmışmış.
Şimdi 5 yemiş Mourinho suratını görmek benim gibi bir fanboy için bile oldukça ilginç bir deneyim. Zira 3-0'a kadar hala Mourinho'nun birşeyler planlıyor olabileceğine inanmış kadar benimsedim bu adamın futbol fikrini ve tarzını ama 5-0'dan sonra o surattaki ifadeyi bir daha hiç görmeyeceğimize eminim, nitekim hırsını keşke bir sonraki maç yarın olsa diyerek ortaya koymuş bir adam.
Rakibe saygı göstermedi, Nou Camp'da kazanınca hopladı zıpladı deniyor. Arkadaş saygı duymadığın bir rakibi yendiğin için hoplayıp zıplar mı insan Allah aşkına? Mersin İdman Yurdu'nu yendi değil mi herif orda? Böyle mantıksız bir itham olabilir mi?
Kendisinden zayıf gördüklerini aşağılamaktan haz duyuyormuş. Arsene Wenger mesela kendisinden zayıf bir adam kesinlikle ve "neden 5 yıldır kupa kazanamadıklarını taraftarlara açıklaması gerekiyor" diyerek çok fena aşşağıladı kendisini. Yine kendisinden çok zayıf bir karakter olan Capello'ya "Futbolculara sadece bağırarak etki edemezsiniz, hele ki İngiltere'deki gibi birbirinden büyük egoya sahip oyuncular varken, onlarla tek tek ilgilenmelisiniz. Burda Real tesislerinde bile hala ondan korkan insanlar var" diyerek Don Fabio'yu yerin dibine sokmuş?
Yani forumlarda, sözlüklerde bloglarda Fm'de Kartalsporla CL şampiyonu oldum diye yaşadığınız ego patlamalarını bilmesek zannedeceğiz ki çok mülayim insanlarsınız. Adam 10 senelik teknik adamlık kariyerinde 17 tane kupa kazanmış, 2 defa alabileceği ne kadar kupa varsa almış bir adam egeo yapmasın, Kasımpaşa'ya Barcelona gibi top oynatıyorum deyip gelenden gidenden 5 yiyen Yılmaz Vural yapsın egoyu değil mi?
Haydi anlık duygularla konuşan ergen Katalanları anlıyorum da, spor yazarlarının bu seviyede bu adama düşman olmalarını kabul etmem mümkün değil. Özellikle Dağhan Irak isimli akadaşın kendisine sataşırken yaşadığı hazzı kınıyorum, destur demeden Jose Reyiz'in adını ağzına alanı MHP 40. yılında 40 defa kırbaçlar :)
Adam kazanıyor kızıyorsunuz, kaybediyor kızıyorsunuz, ne yapacak mesleği mi bıraksın? Efenim kendisi bu sefer de Mosmourinho olmuş, rakibine saygı göstermediği için hakettiğini bulmuş, sportmenliğe kin derecesinde düşmanmış, kendisinden daha zayıf gördüğü rakipleri aşşağılamaktan zevk alıyormuş, egosu tavan yapmışmış.
Şimdi 5 yemiş Mourinho suratını görmek benim gibi bir fanboy için bile oldukça ilginç bir deneyim. Zira 3-0'a kadar hala Mourinho'nun birşeyler planlıyor olabileceğine inanmış kadar benimsedim bu adamın futbol fikrini ve tarzını ama 5-0'dan sonra o surattaki ifadeyi bir daha hiç görmeyeceğimize eminim, nitekim hırsını keşke bir sonraki maç yarın olsa diyerek ortaya koymuş bir adam.
Rakibe saygı göstermedi, Nou Camp'da kazanınca hopladı zıpladı deniyor. Arkadaş saygı duymadığın bir rakibi yendiğin için hoplayıp zıplar mı insan Allah aşkına? Mersin İdman Yurdu'nu yendi değil mi herif orda? Böyle mantıksız bir itham olabilir mi?
Kendisinden zayıf gördüklerini aşağılamaktan haz duyuyormuş. Arsene Wenger mesela kendisinden zayıf bir adam kesinlikle ve "neden 5 yıldır kupa kazanamadıklarını taraftarlara açıklaması gerekiyor" diyerek çok fena aşşağıladı kendisini. Yine kendisinden çok zayıf bir karakter olan Capello'ya "Futbolculara sadece bağırarak etki edemezsiniz, hele ki İngiltere'deki gibi birbirinden büyük egoya sahip oyuncular varken, onlarla tek tek ilgilenmelisiniz. Burda Real tesislerinde bile hala ondan korkan insanlar var" diyerek Don Fabio'yu yerin dibine sokmuş?
Yani forumlarda, sözlüklerde bloglarda Fm'de Kartalsporla CL şampiyonu oldum diye yaşadığınız ego patlamalarını bilmesek zannedeceğiz ki çok mülayim insanlarsınız. Adam 10 senelik teknik adamlık kariyerinde 17 tane kupa kazanmış, 2 defa alabileceği ne kadar kupa varsa almış bir adam egeo yapmasın, Kasımpaşa'ya Barcelona gibi top oynatıyorum deyip gelenden gidenden 5 yiyen Yılmaz Vural yapsın egoyu değil mi?
Haydi anlık duygularla konuşan ergen Katalanları anlıyorum da, spor yazarlarının bu seviyede bu adama düşman olmalarını kabul etmem mümkün değil. Özellikle Dağhan Irak isimli akadaşın kendisine sataşırken yaşadığı hazzı kınıyorum, destur demeden Jose Reyiz'in adını ağzına alanı MHP 40. yılında 40 defa kırbaçlar :)
Yeni Başlayanlar İçin Muhasebe #1: Zarardan Kar
Fıkra malumunuz:
Bir şirketin muhasebe departmanına 3 kişi iş için başvurmuş, üçüne de aynı soruyu sormuşlar; "iki kere iki kaç eder". Verilen cevaplara göre ilk ikisini eleyip üçüncüsünü işe almışlar. Mülakat çıkışı başvuranlara verdikleri cevap sorulduğunda, elenen iki kişi "dört" cevabını verdiklerini söylemişler. İşe alınanın verdiği cevap ise bomba; "kaç etmesini istiyorsunuz efendim".
Yukarıdaki resim, Galatasaray'ın resmi internet sitesinin Elano Blumer'in Santos'a transferine dair haberi. Elbette haklılar; şirketin cari ve gelecek yıllara ait gider kalemlerinde toplam 9 milyon küsür euro azalma var. Fakat haberin sunumu o kadar latif ki, ben şimdi Galatasaray taraftarı olsam, bu rakamın üstüne Santos'tan alınan 2,9 milyon euro bonservisi de ekler; 7 milyon euroya alınan Elano'nun yuvarlak hesap 12 milyon euroya elden çıkarılarak bu işten çok güzel para indirildiğini pekala yutardım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)