İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

21.05.2006

Elle Tutulur Tarih

Geçen yazıda, kaleciliğin tarihi diye yola çıkmış ancak mecburen rugby’den evrilen futbolda kaleci hariç diğer oyuncuların topa elle dokunmasının engellenişinin tarihi üzerinde ilerlemek zorunda kalmıştık. Gerçi bu durumdan şikayetçi değilim, futbolun tarihini de güzelce bir öğrenmiş ve de anlatmış olduk. Bu defa daha ele avuca gelir bir yazı olacak. En azından tarihler daha kesin....

Bugün hâla futbol kurallarını belirleyen ve bir anlamda FIFA’nın da köklerini oluşturan International Football Association Board’ın (IFAB: kuruluş 1886), 1887 yılında yaptığı bir kural değişikliğine kadar bizim mevkiyle ilgili benim bulabildiğim en önemli değişiklik; 1875 yılında iki yan direğin tepe noktaları arasında on senedir gerilmekte olan kurdelenin, üçüncü bir direkle değiştirilmesi oluyor. IFAB’ın değişikliğinde ise kalecinin topu tutabileceği alan, bütün kendi yarı sahası oluyor. Hatırlarsanız, geçen yazıda bıraktığımız haliyle kaleciler topu sadece kendi kaleleri etrafındaki yaklaşık 3 metrelik bir alanda tutabiliyorlardı. Bu değişiklik, ilk başta kalecinin avantajına gibi görünüyor ama bence bu bugünün futbolunu düşündüğümüzde işleri zorlaştırırdı. Mesela düşünün; takımınız korner atmış ve defanstan dönen topu alan Sheva, danalar gibi sizin sahaya giriyor... Nerede karşılayacaksınız..!?

Artık kalecilik tarihi giderek daha gözle görünür oluyor. 1890 yılında Milford Everton F.C. kalecisi William McCrum, penaltı fikrini ortaya atıyor. İşte kalecilere neden deli dendiğine bir ispat daha..! Başka hangi sporcu kendi aleyhine sonuçlanma ihtimali yüksek bir kural değişikliği ister ki..!? McCrum’un teklifini İrlanda Futbol Federasyonu, IFAB’a taşır ve büyük tartışmalardan sonra 1891’de penaltı kuralı yürürlüğe konur. Tartışmaların en önemli noktası, futbolu o günlere kadar sırtında taşıyan Viktoryen dönem centilmen sporcu ahlakıdır. Centilmenler, giderek sıradan vatandaşın da ilgisini çeken bu sporda bir oyuncunun bilerek ve isteyerek, diğer bir oyuncuyu gol atmaktan kural dışı bir şekilde alıkoyabileceğini bir türlü kabullenememiştir. Hatta, dönemin “centilmen” kulüplerinden Corinthians, bu kuralı protesto etmek için lehine verilen penaltıları kullanmayı reddetmiş. Ah bugünün penaltı kazanabilmek için 88 takla atan oyuncuları; bunları kulağınıza küpe etmeniz lazım…!! Centilmenlerin penaltı kuralına –çok şükür- kabul edilmeyen katkısı, kalecinin atış anında köşe gönderinde beklemesini önermek olmuş. Herhalde “Madem böyle bir atışa sebep olacak kadar ağır bir suç işleniyor, o zaman cezası da en ağırından olmalı” falan diye düşünmüşlerdir, bilemiyorum. Futbol tarihçileri, “3 korner bir penaltı” kuralına son şeklini ise, ticaretten iyi anlayan ve daha önce “2 kangal sucuk bir penaltı” vb. versiyonlarını da deneyen Kayserili hemşehrilerimin 1950’li yıllarda verdiğini yazıyor. Yarın bir gün ortakafagol.com tarihçileri de benim yazıya bu noktada bir geyik sürüsünün girdiğini yazacaktır.

Penaltının kabulünden sonra geçen ilk 15 senede ne olduysa artık, 1905’te kabul edilen bir değişiklikle, kaleciler artık topa vurulana kadar kale çizgisinden ayrılamıyorlar. Gerçi, hepinizin de görmeye alıştığı şekilde, biz kaleciler biraz değişse de temelde aynı kalan bu kuralı çoğu zaman ihlal ederiz. Fakat bir başka ilginç nokta, hakemlerin de bu ihlalleri % 70’e varan oranlarda görmezden geldiklerinin tespit edilmiş olmasıdır.

Penaltı vuruşunun izini bulduk ama ceza sahasından hâla eser yok. Kural değişikliğinde sadece “kaleye 12 yardadan daha yakın bir yerde yapılan kusurlu hareketin, aynı mesafe üzerinde istenilen yerden yapılacak bir vuruşla cezalandırılacağı ve diğer oyuncuların en az 6 yarda geride bekleyeceği” yazıyor (Bu arada fark ettiyseniz, 12+6 bugün bile kullandığımız 18 –İngilizce 18 yard box- ediyor). 1901 FA Cup finaline ait bir fotoğrafta, kaleye 12 yarda mesafede çizilmiş köşeleri bombeli bir alan var. Diğer oyuncuların gerisinde durmaya mecbur olduğu 18 yardalık çizgi ise iki taç çizgisi arasında boydan boya uzanıyor. Hemen bir sene sonra yapılan değişiklikle de bugün bildiğimiz ceza sahası son halini alıyor. Ama ceza sahası hâla biz kalecileri, topa elle dokunabilmemiz için sınırlayan bir yer değil. 1912’de, bizi o 40x18 metrelik kutuya tıkmalarının üzerinden daha 100 yıl bile geçmemiş. Buradan sonrası ise biraz daha kozmetik değişimler.

Diğer oyunculardan tanım ve yetki olarak ayrılsalar da 1. Dünya Savaşı’na kadar kalecileri diğer oyunculardan görüntü olarak ayıran tek şey kafalarındaki şapkaları olmuş. Ama burada 1909 yılından itibaren İskoçya’da kalecilerin farklı bir renk forma giymeleri şart koşulduğunu da belirtmek gerekiyor. 1921 yılından itibarense en azından milli maçlarda kalecilerin sarı forma ile maça çıkmaları şartı konulmuş. Bundan sonra 1970’lerde kurallar biraz daha gevşetilene kadar kalecileri çoğunlukla; mavi, yeşil, kırmızı ya da yeşil formalarla görüyoruz. Ama Doğu Avrupa ülkelerinin kalecileri geleneksel bir şekilde baştan aşağı siyah giyinmeyi tercih ediyor. Bu arada, formalara numara yazılan ilk maçı belirtiyoruz burada; 1933 FA Cup finali. Ancak, her iki takım da 1-11 arası numaralanmamışlar, bunun yerine numaralar 22 oyuncuya 1’den 22’ye kadar dağıtılmış. Böylece tarihin ilk 1 numarası Everton kalecisi olurken, rakip Manchester City kalecisi ise 22 numarayı giymiş... Hmmm, galiba şu son yıllara kadar kadroya giren kalecilerin –özellikle dünya kupalarında- 1 ve 22 numaraları giymeleri meselesinin nereden çıktığını da anlıyoruz. Aradaki 12’yi bulmak da kolay aslında; çok rahat bir şekilde 1933’teki maçtan sonra numaraların -önce bazen sonra sıklıkla- kaleciden başlayarak 1-11 ve 12-22 olarak dağıtıldığını tahmin edebiliyorum. Bu arada, tarih biraz kafama takıldı ve kontrol ettim. Gerçekten de 1950 Dünya Kupası’na kadarki resimlerde oyuncuların numaraları yok. Lig maçlarında forma numaralarının yazılması da 1939 yılında başlamış. Bu paragrafı da, 1960’ların başından itibaren ise giderek daha fazla kalecinin, şapkalardan kurtularak sırma saçlarını ahenkle dans ettirmeye başladığını söyleyerek kapatıyorum.

Nerede kalmıştık, 1970’lerden itibaren kuralların gevşetilmesiyle kaleci kazakları (gerçekten de eskiden yünlü polo yaka kazaklar tercih ediliyormuş), giderek artan bir şekilde özgürlüğe kavuşuyor. Bundan sonra gözümüzün önünden Zoff’un gri-mavi’si, Schumacher’in önce siyah sonra sarıları, Dassaev’in buz mavisi, Pfaff’ın mavi-yeşil’i, İspanyol kalecilerin siyahları ve daha niceleri gelip geçiyor. Moda gösterisinin son örnekleri olarak Meksikalı Jorge Campos’un özel dizayn kazaklarını 1990’lardan itibaren Fabien Barthez’in öncülüğünü yaptığı kabul edilen kısa kollu kazakları alkışlıyoruz.

Kalecilerin alameti farikası ise artık dile de yansıdığı gibi “eldiven” olarak kabul ediliyor (tecrübeli eldiven vs.). Kaleciler 1960’ların ortalarına kadar o sert ve ağır topları çıplak elleriyle karşılamak zorunda kalmışlar. Bu konuda belki kaleciliğin tarihi kadar uzun bir araştırma yaptım ama elimdeki tek bilgi; Uhlsport’un (yoksa Reusch muydu?) web sitesinde 1968 yılına ait “giderek daha fazla kaleci özel eldivenler kullanmaya başladı” şeklindeki cümle. Yine de, özellikle Dünya Kupaları’na ait resimleri incelediğim zaman, yukarıdaki gibi yuvarlak bir tarihe ulaşabiliyorum.

Vay be.! İlk bölüme başlarken “ne yazarım ki” diyorken sonuçta iki parçalı bir şey çıktı piyasaya. Ama bence iyi de oldu. Hem kaleciliğin hem de ucundan kıyısından futbolun tarihçesine baktık. Bir dahaki yazı daha çok bir liste hâlinde olacak. FIFA’nın seçtiği “Yüzyılın En İyi Kalecileri”nde görüşmek üzere.

Hiç yorum yok: