Herkese selamlar. Ortakafagol.com kayıtlarına göre son yazımdan bu yana 4 aydan fazla bir süre geçmiş. Çok meşgul bir dönemimdi, özür dilerim. Bundan sonra arayı asla bu kadar açmıyorum, söz.
Hatırlarsanız, Carrizo ve Mazurkiewicz’i anlattığım yazıda, futbolun meyvesi olan golün, Güney Amerika’da daha çok sevildiğini ve bu sebepten dolayı, yeni dünyada kalecilik mesleğinin daha zor olduğundan bahsetmiştik. Dünya futbolunun en önemli ülkelerinden Brezilya’da belki de bu anlayış doruk noktasındadır. O kadar ki, 1950 Dünya Kupası’nın finalinde, Uruguay’a kupayı getirecek beraberlik golüne (garip bir statü vardı, bir çeşit grup maçları sonucunda Uruguay’a o maçta beraberlik bile yetiyordu) engel olamayan zavallı Moacyr Barbosa, hayatının geri kalanını nefret edilerek geçirmişti. Hatta Brezilya Futbol Federasyonu başkanı, Barbosa’nın 1993 yılında bir milli maçta TV yorumcusu olmasına bile izin vermemiş. Konuyu daha fazla dağıtmadan son olarak bu bedbaht kalecinin 2000 yılında ölümünden hemen önceki isyanını aktarmak istiyorum; “Brezilya’da maksimum hapis cezası 30 yıldır, ama ben 50 yıldır tamamen sorumlu olmadığım bir suçun cezasını çekiyorum”. Kimbilir belki de bu nedenle bu ülkenin en önemli futtbolcuları da kaleden mümkün olduğu kadar uzağında oynamaya çalışarak hep hücuma yönelik oyuncular olmuştur. Ama ironik bir şekilde, bu futbol aşığı ülkenin Dünya Kupası’nı kazanmak için, kendi tarihlerinin ilk büyük kalecisini beklemesi gerekmiştir.
Gilmar dos Santos Neves, 22 Ağustos 1930 yılında Santos şehrinde doğduğunda, komşu ülke Uruguay’ın düzenlemiş olduğu tarihin ilk Dünya Kupası’nın yaktığı ateş hâlen canlıdır. Çocukluğuna ilişkin fazla bir bilgi edinemedim. Mümkün olan en geriye gidebildiğimiz zaman, henüz 15 yaşında Sao Paolo eyaletinin kendi hâlinde bir klübü olan Jabaquara’nın genç takımı kalesine geçtiğini görüyoruz. Belki daha çocuktur ama daha o günden, bir kaleci için en önemli özelliklerinden birisi olan soğukkanlılığıyla dikkat çeker. Aslında 1.81’lik boyuyla çok uzun da değildir (kaleci standartlarında tabi ki) hele zaman zaman kullanılan “Zürafa” lakabı için hiç değildir. Ama Gilmar sakinliğinin yanı sıra, sürekli belli bir istikrarı koruyabilmesi, çevikliği, oyunu okumadaki becerisi ve dolayısıyla yer tutmadaki başarısı ile futbolu bıraktığında efsanevi kaleciler arasında anılmayı olmayı haketmiştir. Ama bütün bunların içerisinde büyük kaleciyi tanımlamakta en çok kullanılan iki kelime: soğukkanlılık ve zerafet olmuştur.
Jabaquara takımının kayda değer bir başarısı olmasa da Gilmar henüz 20 yaşındayken, 1951 ylında Corinthians’a transfer olur. İlk iki yılı kendisi için çok iç açıcı geçmez ve çoğunlukla Cabeçao’nun (bizim müzeden) yedeği olarak bekler. “Karışık bir dönemdi. Sık oynayabilemeyi umuyordum ama olmuyordu”. İşler, 1953 yılında Portuguesa ile oynadıkları bir maçta 7 gol yemesiyle daha kötü bir hâl alır. Altı ay boyunca Corinthians’ın stadyumu olan Sao Jorge’ye bile girmesine izin verilmez (harbiden bu memlekette kalecilik zor zenaat) ve bu yasağı ancak Cabeçao’nun sakatlanması sona erdirebilir. Mecburen Gilmar’a bir şans daha verilir ve Gilmar da kaleyi bir daha bırakmaz. 10 yıl oynadığı Corinthians’ın kazandığı 3 defa Sao Paolo eyalet şampiyonluğu (1951,52 ve 54) iki defa da Rio-Sao Paolo Kupası’nda (1953 ve 54) ismi geçer. Bu arada 1 Mart 1953 yılında ilk defa Brezilya’nın Bolivya’yı 8-1 yendiği maçta millî olur. Ancak o zamanın Teknik Direktörü Zeze Moriera, 1954 Dünya Kupası’nda Gilmar’ı kadroya almaz (meraklısına not: Brezilya gruptan lider çıktıktan sonra çeyrek finalde Macarlar’a 4-2 yenilir). 1955’ten itibaren ise seleçao’nun kalesi 1969 yılına kadar Gilmar’ındır. Hadi yine olaya kendimizi de katalım. Brezilya, 1956 yılında İstanbul’a gelerek bizimle özel bir maç yapar ve 1 Mayıs tarihinde Mithatpaşa Stadı’nda oynanan maçın tek golü 19. dakikada Djalma Santos’tan gelir.
Geliyoruz 1958 Dünya Kupası’na... Maçların başlamasıyla birlikte bütün dikkatler 18 yaşındaki bir genci konuşmaktadır. Zamanla dünyanın gelmiş geçmiş en iyi 3 oyuncusundan birisi hâline gelecek olan Pele (“diğer ikisi kim diye sormayın”... tamamen tartışmadan kaçınmak için “3” dedim. Herhalde herkesin en iyi 3’ünde Pele olacaktır), zaten Didi, Vava, Garrincha ve Santos kardeşler gibi çok iyi futbolcuların oynadığı Brezilya’yla birlikte şampiyonluğa ulaşırken, turnuva boyunca İngiltere’yle golsüz berabere kaldığı dışında oynadığı 5 maçın hepsini kazanır. Gilmar ise, yarı final maçına kadar gol yemeden geldikten sonra Dünya Kupası’nı 6 maçta yediği 4 golle, açık ara en iyi kaleci olarak geride bırakır. 1958’den bize kalan bir fotoğrafta, Pele’nin muhteşem final maçı sonrasında sarılarak ağladığı kişi de Gilmar’dır. O yıllarda Avrupalılar en büyük kaleci olarak Yashin’i gösterirken, Latin Amerikalılar ise hararetle Gilmar’ı savunmaktadır. İkinci grupta yer alan bir baba, Dünya Kupası’ndan yaklaşık 6 ay sonra Ocak 1959’ta doğan oğluna Gilmar ismini koyar. Bu bahse daha sonra yeniden döneceğiz.
Gilmar, 1961 sezonu sonunda Santos’a transfer olur ve o zamanın rüya takımlarından birisine, yine başta Pele olmak üzere bir çoğu Milli Takım’dan da tanıdığı isimlere katılır. Bu takımda kazandığı bütün başarıları saymak istemiyorum, çok fazlalar. En önemlileri olarak 1962-65 yılları arasında kazanılan 4 Brezilya Şampiyonluğu, 1962-63 Libertadores Kupaları’nı ve 1962-63 Kıtalararası Kupaları’nı göstereyim, siz de idare edin.
1962 yılında Şili’de yapılan Dünya Kupası’na gelindiğinde Brezilya zaten en önemli favoridir ve rakipleri de bunu önleyebilmek için sambacıları tekme manyağı yapmaktadır. Nitekim Pele, daha grup maçlarında sakatlanır ve yerini Amarildo adında bir gence bırakır. Amarildo attığı 3 golle hiç de fena bir iş yapmaz ve Garrincha ile Vava’nın önderliğinde Brezilya bir kez daha Dünya Kupası’nı kazanır. Gilmar ise yine 6 maçta sadece 5 gole (4’ü çeyrek final ve sonrası) izin vererek, kendisini 1962 DK’yı kötü kapatan Yashin’e karşı savunanları bir kez daha sevindirir. Gilmar bu kupayla birlikte kazandığı, Brezilya’nın bugüne aldığı 7 Dünya Kupası’nın ikisinde kalede olan tek isim olma ünvanını hâlen korumaktadır. Aslında önüne bir 3. fırsat da çıkacaktır ancak Brezilya, 1966 İngiltere’den tam anlamıyla bir hayal kırıklığıyla döner. Pele yine tekmelerin hedefidir ve daha ilk maçında sakatlanır. Efsane oyuncu, bir maç aradan sonra geri dönecektir ancak hem tam iyileşmeden döndüğü için, hem de tekme yemeye devam ettiği için neredeyse hiç bir varlık gösteremeyecektir. Sonuç: 3 maçta tek galibiyet, atılabilen 4 gol ve yenilen 6 gol ile grup üçüncülüğü ve uçak bileti.
Burada bir parantez açalım ve 1962 ve 1970’i kazanan kadronun nerdeyse tamamının oynadığı 1966’daki başarısızlığın sebebini kurcalayalım. Brezilya’nın 1958 ve 1962 yılında kazandığı DK’ların en önemli sebebi olarak takım sorumlusu Paulo Machado’nun bütün oyunculara eşit mesafede duran yönetim felsefesi olarak gösterilmektedir. Ancak kazanılan ikinci Dünya Kupası’ndan sonra herkes başarıyı sahiplenmek istemektedir ve bütün önemli Brezilya kulüpleri, milli takıma kendilerinden daha fazla oyuncu alınması için baskı yapmaktadır. Sonrasında FIFA Başkanlığı da yapacak olan Brezilya Futbol Federasyonu Başkanı Joao Havelange buna karşı çıkan Machado’yu ve milli takımı 1962 yılında dünya şampiyonu yapan teknik direktör Aymor Moreira görevden alır. Moreira’nın yerine göreve gelen, 1958 yılının şampiyon teknik direktörü Vicente Feola’nın bütün takımların isteğini yerine getirebilmek için bulduğu çözüm ise büyük tartışma yaratmıştır. Dünya Kupası aday kadrosuna tam 46 oyuncu çağrılmıştır ve bu oyuncuları 4 takıma ayırarak, hazırlık dönemi sonunda 22 kişilik bir kadro elde etmiştir. Ancak, hem bu süreç hem de kamp sırasında oyuncuların verdiği psikolojik savaş takımı çok yıpratmıştır ve sonuç yukarıdaki gibi olmuştur.
Of çok uzaklaştık konumuzdan ama kusura bakmayın aynı geçen yazıda Grosics’i Macarlardan ayıramadığımız gibi Gilmar’ı da Brezilya gibi çok büyük bir futbol geleneği olan ülkeden ayıramıyorum. Zaten en başta da anlattığım gibi Güney Amerikalı kalecilerle ilgili araştırma yaparken işim çok zor. Bir kere öyle efsanevi performanslar falan aramayın, bulamıyorsunuz. Çoğu yerde sadece bir paragraf ve kısa istatistikler (ki çoğu birbiriyle uyumsuz) var, uzun bir metin bulabildiğiniz zaman bu da Portekizce ya da İspanyolca oluyor ki bu durumda da Google’ın çeviri yeteneklerine mahkum kalıyorsunuz. Çok zor şartlarda çalışıyorum efendim. Sayın editörlerim ve site yetkilileri, lütfen bir çözüm bulunuz.
Neyse konuyu dağıtmanın üzerine bir de çirkefleşip şarladım tam oldu. Gilmar’a geri dönüyoruz. Brezilya futbol tarihinin ilk ve en büyük kalecisi 1969 yılına kadar oynamaya devam eder ve 24 yılllık kariyerine, sayısız şampiyonluk, milli takımda toplam 103 maç ve iki Dünya Kupası sığdırdıktan sonra 39 yaşında futbolu bırakır. Sonrasında bir arkadaşının teklifiyle otomobil alım satımıyla uğraşmaya başlar ve bir dönem de Sao Paolo eyaletinin Spor Sekreteri olarak görev yapar. Hâlen kendi döneminin bütün büyük futbolcuları gibi halk arasına çıktığı zaman büyük bir sevgiyle kucaklanmaktadır. Son olarak 2000 yılında omiriliğinden geçirdiği bir hastalık sonunda başta yüzü olmak üzere vücudunun çeşitli yerlerinde kısmî felce yakalandığı haberleri çıkar, ancak Gilmar buna da dayanır ve hâlen kendi hâlinde bir hayat sürmekte ve sahalara damga vuran beyefendiliğini dünyanın hayranlığına sunmaya devam etmektedir.
Brezilya, Gilmar’ın yerini 25 sene dolduramaz. Hele hele 1982 ve 1986 Dünya Kupaları’nda o şiir gibi oynayan takımın en zayıf halkası Carlos, belki de iki Dünya Kupası’na mal olmuştur. Maradona bile otobiyografisinde buna dikkat çeker: “Taffarel 1982 ve 86 Brezilya takımlarının kalesinde olsaydı o takımlar 1994’te Dünya Kupası’nı kazanan takıma 5 çekerdi...”. Brezilya’nın Dünya Kupası hasreti ve kaleci çilesi ta ki 1994 yılında yeniden kazanılan Dünya Kupası’nda büyük emeği olan Taffarel’e kadar sürer. Taffarel’in Dünya Kupası’ndaki yedeğinin ismi ise Gilmar Rinaldi’dir. Hani şu Gilmar hayranı babanın 1959 yılında efsane kalecinin ismini verdiği oğul. Aynı isim babası gibi en başarılı yıllarını Santos klübüyle geçiren Gilmar Rinaldi, sonrasında futbolcu menajerliğine soyunur ve hâlen birisi bugünlerde gündemimizde olan Adriano, diğeri ise birkaç yıl önce memleketimizden geçen Washington gibi oyuncuların menajerliğini yapmaktadır.
Bu da bölye biter efendim. Müsaadenizle bir sonraki yazıda, rahat araştırma yapabileceğim bir kaleci seçiyorum. Bugün, Schumacher kadar net hatırlayamasam da bir diğer kalecilik idolüm olan Dino Zoff’u hatırlayacağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder