Dün akşam Eskişehir – Trabzon maçına şöyle bir göz ucuyla baktım. Her ne kadar bugün tüm gazeteler Onur’un kurtarışlarını (ki hakkını teslim edelim, müthiş bir performans sergiledi) ya da Ümit Karan’ın 90 dakika boyunca dünyaları kaçırmasından sonra 90+4’te maçı kazandırmasını yazsa da benim geriye dönüp de aklımda kalacak şey tribünler olacaktır. Eskişehir tribünlerinin trompetçi abileri ve ona eşlik edip atkı sallayan tüm stad gerçekten hem keyif alıyor hem de izleyene de keyif veriyordu. Nitekim Trabzon tribünü de bu şova kayıtsız kalmadı ve kemençe ile eşlik etti. Tüm stad güzel bir şekilde eğlendi ve açıkcası neden tribüne gittiğimizi hatırlattı. Tribünlerde eğlenmek için iki takımın da artık ligde bir amacının kalmaması mı gerekiyor? Sanırım biraz da pozitif olmak gerekiyor. Yoksa 23 Nisan sebebiyle bir dünya çocuğu tribüne getirdikten sonra 90 dakika boyunca hiç susmadan küfreden Beşiktaş tribünlerinin de eğlenmesi gerekiyordu.
İş çıkışında Kutay ve Gürkan ile beraber Galatasaray – Fenerbahçe kadın voleybol maçına gittik. Bir fenerli, bir galatasaraylı ve bir beşiktaşlıdan oluşan ilginç bir ekip olduk. Fener maçı çok rahat aldı. Çarşamba günkü maçı da rahat alır ve finale çıkar. Naz oyuna hiç girmedi üzüldük. Yine de ortalarda şirin şirin gülümsüyordu, içimizi ısıttı gülümsemesi. Galatasaray’dan Ayça’yı keşfettik. 1.69’luk boyuyla, daha bir enazından boyu boyumuza muhabbeti yaptık. Fener’de kaptan Çiğdem maça soyunmadı bile. Sanki “bu yaştan sonra ben mi Galatasaray’a karşı oynayayım” diyordu. Saha kenarında Eda ve İpek’in sırtlarına havlu koyarak daha çok bir anne gibiydi.
Maçın bir başka değinilecek noktası iki takımın taraftar gruplarındaki taraftarlardı. Büyük çoğunluğu henüz orta okul öğrencisiydi sanırım. Haliyle yapılan tezahüratlar da bizim orta okul sınıf maçlarında yaptığımız tarz tezahüratlardı. Anlaşılan taraftar gruplarında kariyer yapmak da böyle birşey. Öncelikle kadın voleybol maçlarına gitmen lazım. Eğer orada kendini gösterecek kadar kıçını yırtarsan o zaman abiler sana bir aferin çekiyor ve böylece basketbol maçlarına gitme hakkı kazanıyorsun. Orada da başarılı olursan futbol maçları seni bekliyor.
Bu postu yazmaya başladığımda Lyon – Bayern maçının 73. Dakikasıydı. Maç o kadar sıkıcı hale geldi ki bir yandan yazı yazmaya başladım. Maça yetişene kadar yarım saat olmuştu ve izlemeye başladığımda skordan habersizdim. Bayern’in bu kadar atak olması, Lyon’u bu kadar domine etmesi karşısında Lyon’un öne geçtiğini düşünmüştüm ama yanılmışım. Önde olan Bayern’di. Hayatımda bu kadar tek taraflı bir Şampiyonlar Ligi yarı finali izlediğimi hatırlamıyorum. Daha birinci golle Lyon umudunu kesti. Kırmızı karttan sonra maç koptu. 2. Golden sonra “bitse de gitsek”e döndü. Hamit baya iyi oynadı. Halen daha Şampiyonlar Ligi yarı finalinde sahaya ilk 11 çıkan birini Şampiyonlar Ligi’ne bile muhtemelen gidemeyecek Galatsaray’a getirmeye çalışıyor ya basın, gülüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder