İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

18.05.2010

Şampiyonluğun Öyküsü






Üzerine çok şey söylemek istemiyordum (bu yazıyı yazarken istemiyorum diye başlamıştım ama yazıyı bitirip geri döndüğümde araya bir “d” ekledim) aslında. Fenerbahçeli olmasına rağmen ilk kutlama mesajlarından biri İlker'den geldiği için onun sözünü dinliyorum ve “Şampiyonluk”a dair tecrübelerimi yazıya dökmeye çalışıyorum.

Açıkçası Ankaragücü maçında gelen 0-3'lük galibiyetten sonra umudum çok azalmıştı. Babam beni telefonla arayıp Beşiktaş maçına bilet buldum gelecek misin dediğinde düşündüm; “olur da şampiyon oluruz, sonra pişman olurum” diyerek stada gitmeye karar verdim son maç için. Pişman olmadım.

Aynı iki hafta öncesindeki Kayserispor maçında olduğu gibi radyodan gelen haber izlediğimiz maçı sürekli taciz ediyordu. İlk yarıda Bursaspor tribününde de yanlış haberle gelen sevinç vardı. Kayserispor maçında olduğu gibi! Meğer bu sefer de Fener atmış, 1-0. Sonrasında neredeyse üstüste iki gol. Biri gözümüzün önünde Batalla'dan, diğeri Burak'tan. 1-1, 1-0, an itibariyle canlı lig tablosunda lideriz, oynanan maç sayısı 34 yazıyor. Hemen sonrasında Ali Tandoğan'ın müthiş eforu, Toraman'ın yardımıyla, 1-1, 2-0. Bence bu gollerin yakın zamanlı olması Fenerbahçeli oyuncularda mutlaka bir gerginlik yaratmıştır. Son vuruşlardaki beceriksizliklerde bu baskının katkısı olduğunu sanıyorum.

*Araya bir not. Fenerbahçe'nin yediği golde çok önemli bir ayrıntı var. Bu sezon özellikle Emre Belözoğlu'nun takımda etkisinin artmasıyla sıradan düdüklerde bile hakemin etrafını 5 kişiyle sarmayı görev bilmiş Fenerbahçe'li oyuncular, en kritik maçta golü bu şekilde yediler. Trabzonspor'lular atışı erken kullandı ve 5 kişi orta sahada kaldı. Daha iyi bir kanıt olamaz hakeme itirazın saçmalığına.

Statta kimse 80. dakikaya kadar Kadıköy'deki maçın 1-1 biteceğine inanmıyordu bence. Bir kere radyodan gelen seslere göre maç Trabzonspor ceza sahasında oynanıyordu. Hakikaten de öyleymiş. Son 10 dakika nasıl geçti bilmiyorum gerçekten. Müthiş terledim onu hatırlıyorum. Fenerbahçe maçının skorunu öğrenmeden stattan çıktım zaten arada 1 dakika fark vardı. Stadın ağır demir kapısına parmağımı kıstırdıktan sonra stat görevlisi suçlu hissederek bana su verdi elime dökeyim diye. Parmağım morardı tabi. Bursa'da stad şehir merkezindeki yemyeşil Kültürpark'ın içindedir, stattan çıktım ...... Şampiyonuz!! İçeriden ses geldi. Ben parkın içine doğru koşmaya başladım ağaçların arasından, ne yaptığımın sanıyorum farkında değildim. Büyük bir gürüh stada doğru koşuyordu. Neyse parmağımı kıstırdıktan iki dakika sonra, gözlerim yaşlı ellerim havada koşarken ağaca tosladım. Neyse ağacın dallarından kurtulup parkta koşmaya devam. Arabaya doğru giderken fenalaşır gibi oldum, büfeden bir su aldım. O anda forma sponsorumuz olduğunu bildiğim için bir de Uludağ Limonata çaktım kendime geldim. Büfedeki televizyonda Fenerbahçe stadındaki sevinçler vardı. “Can, kendine gel, halüsinasyon görüyosun o bizim stat!”

Arabaya ulaştım, park alanından çıkıp eve dönmeliyim. İlk manevra, “Çat!!!” Arabayı duvara çarptım. Sonra durdum, herhalde dedim trafik kazası yapacağım, trajik bir hikaye. “Şampiyonluk sevinci kanlı bitti. Genç taraftar arabayla şarampole yuvarlandı”. Aslında bu trajik hikayeden 5 dakika arayla ikinciye tedirgin oluyorum. Büfede durup su almamın sebebi de kalp krizi geçiriyorum sanmamdı. Böyle aptalca kaygılardan şikayetçiyim ama bu sefer farklıydı. Sevinmekten korkuyor gibiydim. Neyse sapa sağlam döndüm eve. Sabah 7:30 feribotu var İstanbul'a dönmeliyim, futbol sezonuna göre ayarlamıyorlar yüksek lisans programlarını. Yazık! İşin ilginci ilk kutlayanlardan birinin mail yoluyla sabah gittiğim dersin hocası olması.

Şaşkınlık ve sevinememe hali daha baskın benim için. Bunun kişisel sebepleri de var ama esas bir noktayı anlatmak isterim. Gözlemlediğim kadar gecenin tadını çıkaranlar arasında Beşiktaşlı ve Galatasaraylılar da var. Tabiiki olacak, rakipleri kaybetti. Bir yanda rakipleri kaybettiğinde keyif yapmaya alışık İstanbul taraftarları, öbür yanda gördüğü sahneyi daha önce hiç görmemiş, bu hissi nasıl yaşayacağını, nasıl dışavuracağını daha önce test etmemiş bir topluluk. Ben bu bilmezlikten dolayı sevinemiyorum sanki. Aslında 3 büyüklere karşı bu sezon alınan galibiyetler sonrası yaşananlar son gecenin provasıydı. Ya da küçük bir tersine çevirmeyle bugünden geriye bakarsak, o kutlamalar içlerinde o son gecenin tohumlarını taşıyordu.

Şu noktaya gelmeye çalışıyorum. Medyada genelde “devrim” sözcüğü kullanılıyor. Eğer bu kelimeden futbolun düzlenmesine, içindeki iktidar dengelerine radikal bir son verip yeni bir çağın açılması anlaşılıyorsa, bu tanıma katılmıyorum. Eşitsizlikler korunarak tekrar üretilmeye devam edecektir, köklü bir kurumsal-ekonomik dönüşüm olmadıkça. Ancak bu şampiyonluğun “futbol alanı” içerisinde “devrimsi” bir yanı var. O da şu; mümkün olan ve mümkün olmayan(imkansız olan) arasındaki hayali ama bir o kadar da gerçek çizgiyi, radikal bir biçimde tekrar düşünmemize yol açtı. “Yapmazlar”, “olamazlar”, “son haftada takılırlar” gibi mitik söylemler dolaşıma girdikçe futbol maçları üzerinde gerçek sonuçlar oluşturuyorlar, özellikle futbolcular ve taraftarlarda tetiklenen psişik etkiler yoluyla. Futboldaki kutuplaşmayı sürdüren ana faktörlerden biri bölgesel, ekonomik uçurumlar ise eğer, diğer ana faktör de bu uçurumları yeniden üretmeye hizmet eden konuşma ve hissetme biçimleri. Gerçekten de imkansız olarak tanımlanan, ancak illa da imkansız olmadığını gördüğümüz bir olaya şahit olduk. Aslında Rıdvan'ın da altını çizdiği gibi, “haksız rekabet” şartlarında rekabet eden bir takım şampiyon oldu.

Tecrübelerimi ve fikirlerimi aşağı yukarı böyle özetleyebilirim herhalde. En son 02-03 sezonunun 34.haftasında Bursa'da statta maçı izlerken bir yandan da radyoyla sonuç bekliyorduk. O zaman küme düşmemeye oynuyorduk ve Altay'ın 1-0 yenilmesiyle kümede kalmıştık. 7 sezon sonra benzer bir hikaye, radyodan haber bekledik, yine istediğimiz sonuç geldi. Bu sefer şampiyonluk geldi.

Böyle beklenmedik ve tahmin edilemeyecek ölçüde şaşırtıcı bir olayı analiz etmek kolay değil. Ertuğrul Sağlam'ın mucizesi, oyuncuların yürekleri falan filan onlar zaten hep konuşulan şeyler ve tabiiki hepsine doğruluk payı var. Biraz daha ileri gidersek belki bazı temel ilkeleri ortaya çıkarabiliriz sadece isimleri yüceltmekten ileri gidip. Çünkü ben bu başarının bir veya birkaç kişinin mimarı olduğunu düşünmüyorum, tam tersi ortak bir süreç olduğuna inanıyorum. Bazılar planlama, bazıları uygulama, bazıları da destekleme hatta belki bazıları da eleştirme yoluyla katıldılar bu sürece. Bu yüzden mucizeyi neler mümkün kıldı onlara bakmak lazım bu “ibretlik” süreçte.

1) Altyapı

Bence en temel faktör Bursaspor altyapısının değerinin anlaşılması ve bunun A takıma entegre edilmesinde sağlanan istikrar. Samet Aybaba döneminde başlayan bir süreçti bu, Sercan, Volkan, Serkan Kurtuluş (gs'de şimdi), Serdar Aziz o dönemde genç yaşta A takımda yer buldular. Burada Ertuğrul Sağlam'ın, kendinden önceki teknik direktörler zamanında başarılı olmuş oyunculara şüpheyle bakmaması bir antrenörlük doğrusu. Komik de olsa, Türkiye futbol arenasında, takımın başına geldiğinde bir önceki dönemin iyi giden süreçlerini sahiplenmekten kaçınan antrenörler var, hep vardı. Volkan Şen, Bekir Ozan Has ve Sercan Yıldırım bir önceki dönemde yaptıkları çıkışı devam ettirdiler ve önemli rol oynadılar. Ancak onlarla sınırlı değil. Dönem dönem 18 kişilik kadroya girip yedekten oyuna dahil olan, dışarıda kaldıklarında bile Ertuğrul Sağlam'ın her zaman güvenebileceğini bildiği oyuncular sayesinde Bursaspor bu sene büyük bir takım gibi davranabildi. Serdar Aziz'in varlığı İbrahim Öztürk'ün, Eren Albayrak'ın varlığı Ozan İpek'in performansını arttırdı. Hatta sezonun son kısmında düzenli olarak yedekten giren İsmail Haktan Odabaşı, Volkan Şen'in sakatlık ve ceza yüzünden olmadığı maçlarda Ertuğrul Sağlam'a oyuncu seçiminde müthiş bir esneklik sağladı. Muhammet Demir, Eren Albayrak, İsmail Odabaşı, Serdar Aziz gibi oyuncular ve devamı bu başarının sürekliliği için de önemli rol oynayacaklardır. Bursaspor taraftarlığı tarihimdeki üç başarılı süreçte de (1993-1996, 2000 ve bu son iki yıl) altyapıdan gelen, Bursa'da genç yaştan itibaren top oynamış olan oyuncuların önemli rol aldıklarını söylemekte yarar var. Bunun tesadüf olmadığını ve bir futbol ilkesi olarak sahiplenilmesini çok önemli buluyorum.


2) Transfer politikası

Altyapı maddesiyle yakından bağlantılı bir süreç de şu; kadro şişirmek için gereksiz yere, hakkında çok şey bilinmeyen yabancıların transferine gerek kalmaması. Ergic ve Batalla kapalı kutu olan iki transferdi ve ikisi de müthiş katkı yaptı. Karar verme sürecinde katkısı olanları kutlamak gerek. Onun dışında Ali Tandoğan, Zapo ve Hüseyin zaten Ertuğrul'un yakından tanıdığı oyunculardandı. İkinci ligden gelen futbolcular Ozan İpek ve İbrahim Öztürk'ün çıkışını da takımda yaratılan 25 kişilik ve her mevkiide yaratılan denk rekabet ortamına bağlıyorum. Tabi şans vermekte korkmayan, doğru anda ısrarcılık edip doğru anlarda dinlendiren Ertuğrul Sağlam'dı. Zapo'yu kesmekten kormayıp İbrahim'de ısrar etmesi müthiş bir hamleydi sezon içinde. Hiddink'in kaçırdığı ismin İbrahim Öztürk olduğunu düşünüyorum. Hele Emre Güngör çağrılmışken. İkinci lig'in iyi izlenmesi, birinci lig'de tutunamamış oyuncular yerine çıkış yapmaya açık, başarıya aç oyunculara şans tanınması transfer-kadro politikasının doğrularıydı. Ali Tandoğan, Ömer ve Hüseyin yeterli tecrübeyi sağlıyordu zaten. “Tecrübesiz” lafı bazen öyle bir şekilde kullanılıyor ki sanki 11 oyuncunun 11'i de yaşlı olmalıymış gibi sonuçlara gidiyor.

3) Taktik Düzen

Ertuğrul Sağlam'ı ne kadar tebrik etsek az. Tüm süreçte payı tabiiki var. Ancak tamamen mesul olduğu bir alan varsa o da saha içindeki taktik düzen. Birkaç prensipten bahsetmek istiyorum. Birincisi sistemli pres. Bu sene Bursaspor'un en iyi yaptığı şey önde pres yaparken iki hamle ötesini düşünmesiydi. Hüseyin'in de katılımıyla 3 uzun boylu stoperi bekletirken, hızlı ve hareketli oyuncuların pres yapma amacı her zaman karşı takımı uzun topa zorlamaktı. Pres yaparken anlamsız faullerden kaçınmak aynı zamanda savunma hatttını öne çıkarmak demekti. Bu ikisinin birlikte yapılması çok ama çok önemliydi ve neredeyse tüm maçlarda toplu oyunun kendi kalemizden uzak ve güvenli oynanmasını sağladı. Bursaspor'u geçen seneki Sivasspor'dan ayıran da bu bloklar-arası devamlılıktı. Sivas geçen yıl ileride müthiş pres yapıyor ancak savunmasını sistemli olarak ileri çıkarmıyordu, Hüseyin gibi bir ön liberodan da mahrumdu. Bu çok yorucu bir düzen ve uzun toplarla sahayı geçmeye mahkum kalıyor. Hücüm hattıyla savunma arasındaki mesafe bazen 70-80 metreye çıkabiliyor, karşı takımı boğmakta da zaman zaman eksiklik yaşayabiliyor çünkü oyun alanı çok geniş. Bence Fenerbahçe de Daum'la aynı zaafı yaşıyor. İyi top yapan takımlar Fenerbahçe karşısında tempoyu istedikleri kadar düşürebiliyorlar ve buna her zaman iyi bir cevap veremiyor Fenerbahçe. Analizim şöyle, son haftalara girildiğinde sistemli olarak karşı takımı uzun top yapmaya zorlayan ve savunmayı öne güvenli bir biçimde çıkaran Bursaspor, özellikle evindeki maçlarda o stresi kaldırmakta çok zorlanmadı. Genelde stresli başladığı maçlarda alıştığı oyun düzenine yerleşmesi 10-15 dakikayı bulsa da, bu dakikalarda gol yediği sadece iki maç oldu. İ.B.Belediye deplasmanı ve Antalya maçı. Bunlardan sadece İ.B.B deplasmanında kaybetti, ki o maçın da son 30 dakikasını tamamen karşı yarı sahada oynamayı başardı. 0-0 biten maçlarda da heyecan gol vuruşlarını etkiledi ama süreklilik gösteren bir “futbol tutulması” yaşanmadı beklenenin aksine. Bu sistemin tabiiki zayıf karnı, o arkada bekleyen uzun stoperleri sürekli zorlayacak, atılan uzun toplarda ya hızı ve kondisyonuyla, ya da boyu ve gücüyle; kısaca fiziksel olarak avantaj yaratan santraforlar. Kayseri deplasmanı (Makukula) ve içeride oynadığı Trabzonspor (Umut Bulut) maçlarında Bursaspor sezon boyu, daha doğrusu 6.haftadan itibaren, neredeyse her maçta kurduğu bu sistematik baskıyı kurmakta zorlandı. Hatta buna Antalyaspor maçları ve Djehoua'yı da ekleyebiliriz. Ancak gördüğüm kadarıyla Djehoua futbol bilgisi olarak fiziksel kuvvetinin çok arkasında kalıyor. Açıkçası Türkiye liginde böyle santraforlar sayıca az ve bu yüzden de ligimize çok uygun bir sistemi vardı Ertuğrul Sağlam'ın. İstanbul'un büyük takımlarında bile böyle bir santrafor yok. Bir de şu var ki, Batalla'yı dışarıda bırakırsak Ozan İpek, Turgay Bahadır, Volkan Şen ve Sercan Yıldırım gerçekten çok hareketli ve preste ısrarlı oyuncular. Karşı takımın savunmacılarına, özellikle de beklerine faul yapmak yerine uzun topa zorlamayı bir prensip olarak sezon boyu uygulamış olmaları bu sistemin en önemli parçasıydı bence. Ligin en çok gol atan takımı olan Bursaspor'da, hücum böyle bir savunma düzeniyle içiçe, ondan beslenerek işliyordu. Büyük takımlar diye adledilenler ise sahada böyle bir sürekliliği sezon boyu gösteremediler.

Sezon boyu maçları izlerken kafamda oluşan bu analiz, süreç boyunca da inancımı besleyen birinci güçtü. Umarım devamı gelir. Ligin kırılma anlarından birini de bir daha hatırlayalım;

Ozan ORTAladı, Batalla KAFAyı vurdu, ve GOL! 2-1 oldu dakika 26. Bursaspor farkı bire indirdi...

2 yorum:

İlker dedi ki...

Dizin sakat zaten, her bi tarafını parçalamışsın şampiyonluk adına. o deil de şampiyonluğu stadda kutlamadan eve dönmek ne ola baba?

Can dedi ki...

valla o an pek düşünmedim şaşkınlıkla koşmaya başladım:)