Güzel başladı maç. Güzelliklerle başladı. Önce Fenerbahçe taraftarı, kupadaki Manisa maçında Özhan Canaydın'a pankart yaptı ve saygı duruşunda onu alkışlama büyüklüğünü gösterdi. Sonra diğer kupa maçında Trabzon taraftarı, lig maçlarında Bursa taraftarı, Beşiktaş taraftarı, x taraftarı, y taraftarı bu büyüklüğü gösterdi. Dün de Galatasaray taraftarı, Özhan Canaydın ile beraber Fenerbahçe'yi alkışlama büyüklüğünü gösterdi. Üstelik buna gerek de yoktu ama yaptılar işte, alkışladılar. Fenerbahçe taraftarının sanal ortamda, gerçek ortamda Galatasaray'a teşekkür etmesi gerekir.
Bu yoğun duygu seli sonrası hafifleyen stres maçın başlamasıyla zirve yaptı. Derbi nedir? Derbi, özellikle ilk dakikaları panik havasında geçen, küçük hataların affı olmayan maçlardır. Affetti Galatasaray, affetti Mustafa Sarp. Henüz 30. saniyede Gökhan Gönül'ün kayarak topu uzaklaştıramamasıyla araya giren Sarp kaleye yarım metre uzaktayken, bir zamanlar Kabze'nin son dakikada attığı golle Galatasaray'ın Beşiktaş'ı yendiği maçta, Beşiktaş'ın golünü atan Tümer'in yaptığını yapamadı ve kalabalık kale önüne topu yuvarlayınca sonuç çıkmadı. Oysa orada araya girip topu alan isim Gio olsa belki de şu an Fenerbahçe'nin derbi zaferini değil, Galatasaray'ın tarihi farkını konuşuyor olacaktık. Çünkü aynı Gio, ilk yarının ortalarında yine iki Fenerbahçe'li futbolcunun anlaşmazlığı sebebiyle aradan topu alarak sıyrılmış ve sol ceza sahası çizgisinden dahi olsa doğruyu yaparak topu kaleye göndermiştir. Golü atmak için kaleye şut çekmek önemlidir çünkü.
Tarihi farktan bahsederdik dedim. Evet, Galatasaray golü erken bulsa fark olabilirdi. Çünkü Fenerbahçe'nin oyun dizilişi, son 4 maçtaki dizilişinin bir kopyasıydı adeta. Sami Yen'e bir derbi maçı edasıyla değilde Anadolu takımı edasıyla çıkmış ama bunun işe yarayacağından emin ve kendine güvenliydi. Erken yenecek bir gol sonrası Fenerbahçe takımı oyunu Galatasaray sahasına yıkmaya çalışır ama bunu başaracak gücü olmadığı için, kontratak oynamaya müsait Galatasaray'dan 2'yi, 3'ü, 4'ü yiyebilirdi. Şans da yanınızda oldu mu, dakikalar ilerledikçe, skor tabelası 0-0'ı göstermeye devam ettikçe, Galatasaray'ın siniri geriliyor, Fenerbahçe'nin ise güveni tazeleniyordu. Hızlı başlayan derbide, 0-0'a kilitleniyordu.
Maç öncesinde Fenerbahçe'nin, Galatasaray'a karşı en üstün tarafı olarak görülen orta sahasında Emre'nin olmayacak oluşu beni her ne kadar bu maçı kazanmak adına umutsuzluğa itse de Rijkaard'ın oyuna anlamsız Mehmet Topal-Alex markajı ile başlaması ve Sarp'ın tek başına kalması, Fenerbahçe'nin görece daha zayıf ve yedek ikilisi olan Selçuk-Topuz'un bile o orta sahaya üstün geldiğini izlememizi sağlıyordu. Üstelik Topal'ın markajı da zayıf kalınca ilk yarım saatlik kesimde oyunda ağırlığını koyan ve rahatça pas yapan Fenerbahçe, Güiza'yı kaçırıp ona atılan ara paslarla da gol bulmayı hedefliyordu. Gerek Güiza'nın topları ezmesi, gerekse de hatalı ofsayt kararları gol olmasına izin vermezken, Galatasaray'da orta sahayı rakibe vermenin sonucu oluşan bir kopukluk, bir uyumsuzluk göze çarpmış ve bulunan bir iki pozisyonun kaynağı Gio, Keita ve Jo'nun bireysel aksiyonları olmuştu. Burada da Andre Santos-Bilica-Lugano-Gökhan Gönül'den oluşan Fenerbahçe 4'lüsü hatasız gibi oynayınca ilk yarı 0-0 sona erdi.
İkinci yarı Rijkaard aynı taktikle oyuna devam edince ve oyunda ilk yarının karbon kopyası gibi devam edince Arda'ya sarılmak zorunda kaldı. Ligin devre arasında Galatasaray, ön libero mevkiisini güçlendirmek yerine, zaten zengin olduğu hücum bölgesini Gio ve Jo ile güçlendirmiş ve belki de ligi orada bitirmişti. 55. dakikada Galatasaray, potansiyel olarak zaten zengin olduğu hücum bölgesine Arda'yı almış, üstelik bunu eksik kaldığı orta sahasından Mehmet Topal'ı çıkararak yapınca maçı da orada bitirmiş oldu bir nevi. Daha sonra iki forvet oynasalar daha etkili olacaklarını düşündüğüm Jo-Baros ikilisinden sahada olan Jo ile kenarda olan Baros'u değiştirip, bu değişikliklerin üstüne golü de yiyince eli yüzü bağlanmış bir şekilde maçın geri kalanında şuursuz Galatasaray ataklarını izlemek zorunda kaldı Rijkaard. Dediğim gibi Fenerbahçe adına Selçuk'un sürpriz golü tam zamanında geldi ve zaten iki hamle yapmış Rijkaard, bir üçüncüyü yapmakta zorlandı.
10 cm öne eğilemeyen Arda, Jo'nun tek başına fazla bir şey yapamadığı savunma hattına karşı görece formsuz olan Baros ile de sonuca varamadı pek tabii Galatasaray. Üstelik Arda'nın girişi zaten Vederson ve Andre Santos ile durdurulan Keita'yı ve ilk yarı çılgın atan Gio'yu da etkilemiş, bu ikisi de performanslarının maksimumuna ulaşamamıştı. Fenerbahçe ise golden sonra anlamsız ve belki de bir derbi kuralı olan içe gömülmeyi gerçekleştirmiş, normalde böyle anlarda golü yiyen taraf olması gerektiğine rağmen Galatasaray'ın başta da dediğimiz organizasyonluğu sonucu gelen şuursuz ataklarına bir şekilde karşı koymayı başarmıştı. Derbi nedir? Derbi, deplasmanda bulduğun golden sonra geri çekilmek, dua etmektir.
Sonuçta elinde kısıtlı isimler olmasına rağmen, oyununun maksimumunu oynayan ve ne istediğini bilen Fenerbahçe sahaya bir karakter yansıtmış ve önemli bir dakikada bir şans golü bularak evine çok avantajlı gitmiş, Galatasaray ise Adnan Polat'ın yeniden seçilmesi, Özhan Canaydın adına bu maçı kazanmak istemesi, Arda'nın 'oynayacak' haberi gelmesi, saha ve seyirci avantajıyla ekstra motivasyonla çıkmasına rağmen sahada ne yaptığını bilememesi, bulduğu bir iki fırsatı değerlendirememesi nedeniyle yenilmişti. Bursa'nın kaybetmesi, Beşiktaş'ın kazanması sonrası ekstra değer kazanan bu derbide, maçı izleyen diğer takım taraftarları ilk 10 dakika sonrası umutlanmış ama sonra yine bol gol ya da güzel futbol izleyemeden evlerine dönmüşlerse de ince bir taktik savaşı izlediler en azından diyebiliriz sanırım.
Sondan bir önceki not: Ben Fenerbahçe'liyim. Takımımda Tümer gibi zamanında Fener'e küfreden bir adamın oluşunu sindirdim, Emre gibi bir adamı sindirdim, Mehmet Topuz'u sindirdim, kabullendim. Sert futbolu severim, bir çok kasap geldi geçti bu takımdan hepsini kabullendim. Ama Keita gibi bir adam Fenerbahçe'li olsa sanırım bunu kabullenemezdim işte. Çoğu futbolcu, çoğu maçta rol yapar ama bunu Keita kadar hobi haline getirmiş başka biri yoktur herhalde. Yatmadan önce her gün Allah'a şükretmem lazım, Keita'nın benim tuttuğum takımın futbolcusu olmadığı için.
Son not: Keita demişken Volkan'ı da unutmadım. Volkan son dakika kurtarışıyla belki Selçuk'un da önüne geçti bu maç. En azından benim gözümde o kurtarışın önemi, attığımız golden daha büyük. Volkan çok iyi bir kaleci, bunu herkese karşı savunurum. Dediği gibi dünyanın en iyileri arasında ilk 10'da değildir ama iyi olduğu doğru. Gelgelelim son küçümseyici hareketine gerek var mıydı? Neyden bahsettiğimi herkes anladı sanırım. Daha önce sana küfredilmiş olabilir, maç içerisinde annenin kulakları çınlamış olabilir. Ama sen futbolcusun, sen farklısın. Taraftardan farkın var senin. Misal bu sene Caferağa'da FB-GS bayan basketbol derbisi izledim ben. Son periyot Işıl'a küfretmekle geçti FB taraftarları açısından. Bir Fener'li olarak utandım, yerin dibine girdim. Galibiyet sevinci yaşayamadım resmen. Ama maçtan sonra Işıl ne yaptı? Rakibini tebrik etmedi. Tamam 'yazılı olmayan' bir kural bu ama rakibini tebrik etmelisin. Bunun savunması; "Sizin taraftarlarınız bana ana avrat küfrediyorken bir de sizi tebrik mi edeceğim?" olamaz, olmamalı. Ya da Keita'ya dönelim. Geçen haftaki Trabzon maçında kendisine gelen su şişesi sonrası -ki kendisi amaçlansa da atılırken, ona gelmediğinden eminiz sanırım- tribüne dönüp cinsel organını avuçlaması ne kadar gereksizce. Aynı şekilde Volkan'ın bu yaptığı da bir o kadar saygısızca. Belki o son kurtarışıyla Leo Franco ile arasındaki kaleci farkı ortaya çıktı ama son saniyedeki saygısız hareketiyle Keita ile yarışabilecek düzeyde olduğunu gösterdi Volkan.
Derbi nedir? Derbi, iki takımın da 11'er kişiyle sahaya çıktığı, 90 dakika mücadele ettiği, Papazın Çayırı, Union, Dolmabahçe, İnönü, Ali Sami Yen, Şükrü Saracoğlu ve hatta Seyrantepe farketmeksizin nerede oynanırsa oynansın, Çubuklu'nun kazanacağı bir mücadeledir diye bitireyim, bu da masum bir gönderme olsun, eheh.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder