LATİNLER vs. İNGİLTERE GERÇEĞİ
Bu sezon öncesi Premier League'deki en kayda değer olaylar kuşkusuz Chelsea ve Liverpool'daki teknik kadro değişiklikleriydi.
Özellikle Bosman kuralları sonrası İngiltere'ye Latin kökenli oyuncuların akmasıyla İngiliz futbolu geleneksel "körü körüne orta - kafa - gol" anlayışından kurtulup yine aynı savaşçı ve kanat organizasyonlarına dayalı oyun tarzının daha teknikle yoğurulmuş bir halini benimsemeye başladı. Bu süreçte en önemli rolü Wenger, Houllier gibi Fransız teknik direktörler oynadı. Fransa, nasıl tarihi boyunca, coğrafi konumunun da etkisiyle Anglo-Saxon, Germen ve Latin uygarlıklarının kaynaşma ve erime potası olmuşsa, bu Fransız antrenörler de İngiliz futbolunun temposunu ve savaşçılığını Alman disiplini ve Latin estetiğiyle harmanladılar. İngiliz futbolunu bir bakıma geldiği bu noktaya onlar getirdi. Ancak bu süreç onlar için hiç de kolay olmadı. Arsene Wenger, Houllier, Ranieri ve Vialli gibi isimlerin öncülüğünde İngiltere'de başlatılan tesisleşme devrimi meyvelerini daha yeni veriyor. Eskiden futbolcunun antrenman ve maç saatleri dışında tamamen serbest bırakıldığı İngiltere'de sırf bu nedenden dolayı Gazza, Fowler gibi sayısız yetenek 28'inden sonra alkol ve sigara nedeniyle futboldan kopma noktasına geldi. Şimdiyse çoğu İngiliz klübünde futbolcuların öğünleri bile diyetisyenlerce kararlaştırılıyor.
Ancak bu noktaya kolay gelinmedi. İtalyan ve İspanyollara nazaran İngiltere'ye daha az yabancılık çeken Fransız teknik adamlar bile uzun ve çileli uyum süreçlerinden geçtiler. Şimdiyse durum çok daha ilginç. İngiltere'nin büyük takımlarından ikisinin başına ilk kez bir İspanyol ve bir Portekizli getiriliyor. Geçen sezon Valencia ve Porto'da gösterdikleri gelişme futbol akademilerinde ders niteliğinde okutulabilecek olan Rafa Benitez ve Mourinho, Liverpool ve Chelsea'nın başına geçtiler. (Bu arada Euro 2004'te o müthiş Fransa'yla gayet şopar bir şekilde Yunanistan'a elenen ve "loser"lığın en üst mertebesine yerleşen Jacques Santini Tottenham'a gitti, geçtiğimiz sezon Real Madrid'de basının ve elindeki kadrosunun ağırlığı altında ezilen Portekizli Carlos Quieroz da karizmasını sıfırlayan bir karar alıp dayak yiyip de abisine sığınan ezik çocuk misali Sir Alex Ferguson'un asistanlığına, başladığı yere, geri döndü. Bunlara daha sonra değineceğim.) Herkesin beklentisi bu ikilinin (Benitez ve Mourinho) eski takımlarında yarattıkları harikaların benzerlerini yeni takımlarında da yaratması. İki teknik adam da bu hedefleri doğrultusunda takımlarında bazı modifikasyonlar yaptılar. Yaptılar yapmasına ama iki teknik adamın da ilk haftada oynattıkları temposuz kontraatak futbolu televizyon başındaki bütün seyircileri uyuz etti NE OLACAK BU LIVERPOOL'UN HALİ? Rafa Benitez, Liverpool'daki ilk iki sezonunda lig şampiyonluğu ve Şampiyonlar Ligi dışında herşeyi silip süpüren, ama sonrasında hiçbir halt yiyemeyen Houllier'den enkazımsı bir kadro devraldı. İlk iş olarak Houllier'in ayarttığı herşeyini bitirdiği Djibril Cissé transferinin üstüne kondu. Sonra Houllier'in gözdesi LeTallec gibi Fransız gençleri Fransa'ya pişsinler diye kiralık gönderip Murphy'i 2.5M£'a Charlton'a , insan azmanı Heskey'i de Birmingham'a satarak "artık patron değişti" mesajını verdi. Sonra da ne kadar hemşehrici olduğunu kanıtlarcasına hemen Malaga'dan sağ bek Josemi'yi ve Real Sociedad'dan 16 milyon£'a Xabi Alonso'yu transfer etti. Ayrıca Houllier zamanında gitgide gözden düşen Carragher da Benitez'in yeni gözdelerinden biri haline geldi. Ama asıl bomba Tottenham-Liverpool maçı sırasında yaşanacaktı: Liverpool'un efsane oyuncusu, sembolü Michael Owen, 14 milyon €+genç yetenek Nunez karşılığı Real Madrid'e gidecekti. Aslında bütün hafta boyunca "Bu hafta kim Real'e gidecek: Vieira mı Owen mı?" sorusunun dolaştığı İngiltere'de Vieira'nın Arsenal'de kalacağını açıklaması ve AK Graz-Liverpool maçında Owen'ın yedek oturması bu soruyu cevaplandırmıştı. Liverpool Owen'i adeta 'Real Madrid canavarına bu senenin kurbanı olarak adamak' zorunda kaldı ve böylece sezon sonu sözleşmesi bitince zaten Real'e gitmeyi kafasına koymuş Owen'ı paraya çevirmiş oldu. Owen'ın transferi sonrası düzenlediği basın toplantısında Benitez, Steve McManaman olayından ders aldıklarını (kendisi zamanında Bosman'dan faydalanıp Real'e beleşe gitmişti) ve aynı hatayı Owen'da tekrarlamadıklarını söyledi ve Liverpool'un geleceğinde Owen'a yer olmadığını belirtti. |
TOTTENHAM - LIVERPOOL : 1 - 1 E doğal olarak altyapıdan gelme yıldızlara tapan İngilizler, Liverpool taraftarları bu kararı çok yadırgadılar, çünkü Owen herşeyden önce Liverpool ruhunu simgeleyen bir semboldü onlar için. Rafa Benitez bunu ancak Tottenham'ı ilk maçta yenerek telafi edebilirdi. Ne de olsa forvette sembol Owen ve her oynayışında bize futbolda fizik gücünün önemini hatırlatan Heskey olmasa bile karizmatik skorer Cissé ve Euro 2004'ün parlayan yıldızı Baros vardı. Üstelik kağıt üstünde bu iki oyuncu, Benitez'in Valencia'ya benimsettiği kontraatak futboluna çok yatkın gözüküyordu. Ancak Benitez İngiltere'yi İspanya sandı. Liverpool'a oynatmaya çalıştığı temposuz savunmaya dayalı futbolun İngiliz seyircisine hiç de hoş gelmeyeceğini sezemedi. Gerçi o kişiliksiz ve yavaş futbolla dahi Santini'nin mallığı sayesinde Cissé'nin ayağından 38. dakikada bir gol bularak öne geçtiler. Lakin ikinci yarı, kadrosunda biri 1986 doğumlu Ifill olmak üzere Naybet gibi tam 5 yeni oyuncu bulunduran uyumsuz takım Tottenham olduğu gibi tek kale oynadı. Benitez ise kendini zannedersem İspanya'da sanıp iyice kontraatağı düşündü ve Cissé'yi çıkarıp ne idüğü belirsiz Sinama-Pongolle gibi hızlı koşan ama çömezötesi ve teknik fakiri bir oyuncuya döndü. Sonuç: Tottenham beraberliği sağladı, galibiyeti kaçırdı Liverpool bir kez daha şampiyonluğun ana favorilerinden biri olmadığını kanıtladı, uyum süreci yaşayacağını gösterdi. |
KÜLKEDİSİ MOURINHO HARİKALAR DİYARINDA Çalıştırıcılık hayatına beden eğitimi öğretmenliği ve tercümanlıkla başlayan José Mourinho, geçtiğimiz iki sezonda Porto'yla elde ettiği başarılar sayesinde kariyerinde inanılmaz bir patlama gerçekleştirdi. Ancak bu sene Chelsea'de işi biraz farklı. Gerçi adamımız büyük camialara yabancı bir isim asla değil, zira kendisi Bobby Robson'a çıraklık yaptığı dönemde Barcelona'da asistanlık yapmış, Portekiz'in en önemli klübünün başında kendisini kanıtlamış bir kişi. Ancak kariyeri boyunca hiç böylesi büyük bütçeli bir takımla çalışmamış olması bence dezavantaj. Biz onu hep "elindeki mütevazı bütçeyle Avrupa'ya kafa tutan adam" olarak bildik. Bu sezon öncesi, elindeki sınırsız olanaklarla Mourinho, ilk olarak geçen sezon bekleneni veremeyen Arjantinlileri (Crespo ve Véron) ve yaşlanan Hasselbaink'i şutladı. Sonra da takıma her sezon olduğu gibi dünya klasında yüzlerce yıldız aktı: Petr Cech, Arjen Robben, Mateja Kezman, Drogba vs vs... Ayrıca transfer edilen Portekizliler (bence gereksiz) P. Ferreira, R. Carvalho ve Tiago Mendes Mourinho'nun sıla özlemini giderdiler. Bütün bunlar yetmezmiş gibi aralarında Alexei Smertin'in de bulunduğu tonlarca isim aldılar (ben vallahi hepsini aklımda tutamıyorum). |
CHELSEA - MAN UTD: 1 - 0 Aslında herkes Chelsea'nin rahat kazanacağını düşünüyordu. İnanılmaz bir kadro zenginliğine sahip Maviler, doping cezası yiyen Rio Ferdinand dışında Olimpiyatıdır, şudur budur vesairedir tam 9 eksikle oynayan Man Utd karşısında çok zorlanmamalıydı. Ama Alex Ferguson'ın takımı asırlardır aynı sistemle oynuyordu ve takım içi uyum hat safhadaydı. Açıkçası ben onca eksiğine rağmen, United'ın Chelsea'yle başa baş oynayacağını biliyordum; adamların sistemi yıldızlar üzerine dayalı değildi bir kere. Tabi maç öncesi verilen demeçlerde United'lı Silvestre'nin "Chelsea'de takım ruhu yok. Onları rahat yeneriz." açıklaması tansiyonu iyice arttırıyordu. |
Beklenen gün geldi, çattı. Morinho, büyük bir hayal kırıklığı yaşatarak, takımını Porto'ya oynattığı 4-5-1 sistemine göre düzenlemişti. Dolayısıyla Chelsea sadece kontraatağı düşünüyor, Man Utd, 9 eksiğine rağmen maçın tek hakimi oluyordu. Yetmezmiş gibi, bu sistem, Gudjonsson'ın golünden sonra 4-5-1'e, oyunun ilerleyen dakikalarında ise 5-5-0 gibi garip bi sisteme dönüştü. Ancak garibim Man Utd, o kadar şanssız ve zavallıydı ki! Bir kere, adamların forvetlerinin hepsi sakattı. Van Nistelrooy ilk iki hafta, Louis Saha ilk ay boyunca takımda yer alamayacak. Solskjaer ise sezona başlamadan sezonu kapattı. Durum böyle olunca zavallı Manchester takımı maç boyunca Chelsea'nin etten duvarını Ryan Giggs, Alan Smith ve yetersiz forvet Diego Forlan ile delmeye çalıştıysa da nafile. Hele United'li oyuncuların yan ortalarla John Terry ve Gallas gibi iki ayıcığa karşı 1.70 küsürlük Giggs'i hava toplarında buluşturma çabası, ne yalan söyleyeyim, yüreğimi burktu! Ertesi gün İngiliz basını ağız birliği etmişçesine, Mourinho'nun Fergie'ye esaslı bir çalım attığını, Silvestre'ye ağzının payını verdiğini, ancak bu çirkin futboluyla Premier League'de şampiyonluğu unutması gerektiğini yazıyordu. |
ARSENAL'İN ÖNLENEMEYEN YÜKSELİŞİ ve DİĞER SONUÇLAR Aslına bakarsanız bu bitmek bilmeyen transfer çılgınlığına yine en anlamlı mesajı Arséne Wenger ve öğrencileri verdi. Bu sezon öncesi de geleneği bozmayan ve hiç transfer yapmayan Arsenal, yıldızları Henry ve Vieira'yı da Real Madrid'in gazabından korumayı başararak kadrosunu muhafaza etmeyi bildi. Doğrusunu söylemek gerekirse, Everton - Arsenal maçını izledikten sonra şu anda şampiyonluk yarışında Arsenal'in rakibi olmadığı sonucuna ulaştım. Arsenal, geçen sene oynamaya başladığı, inanılmaz tembolu ve heyecan verici futbolu, bu sene de aynen sürdürüyor. Dahası, geçen sene ara transferde 35 milyon €'ya takıma dahil edilen genç dahi Reyes, insiyatifi iyice eline almaya başlamış, ayrıca altyapı ürünü genç İspanyol Cesc Fabregas da takıma monte olmuş. Henry, sahada gerçek bir lider gibi oynuyor. Bergkamp ise yıllanmış şarap gibi. Arsenal'i bu sene Premier League'de durdurmak yine çok zor olacak, ancak ben yine de ileride onları zorlayabilecek bazı eksiklerini tespit ettim. Herşeyden önce, Sol Campbell ve Vieira gibi iki kulenin yokluğunda ilk maçta yan toplarda çok sorun yaşadılar. Rakibin her ortası, Touré ve Cygan'ın koruduğu göbekte soruna yol açtı. Artı takımın resmen sağ ve sol bek mevkilerinde yedeği yok. Olur da sezonun ilerleyen kısımlarında Ashley Cole'a ya da Lauren'a bir şey olursa bu açığı kim kapayacak? |
Matchday 1'ın en ilginç olayı ise, kuşkusuz, eski Chelsea'li yeni Middlesborough'lu Hasselbaink'in kuzey derbisi olarak nitelendirilen Newcastle-M'borough maçında attığı son dakika golüydü. Hasselbaink kendini İsa Mesih felan sandı herhalde, zamanında Maradona'nın uzattığı Tanrı'nın elini bu kez Sir Bobby Robson'a uzattı ve takımına zorlu Newcastle deplasmanında kıymetli 1 puanı kazandırdı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder