Neden NTV’de yayınlanan “90 dakika” adlı futbol programı üniversite öğrencilerinin dağıttığı en iyi spor programı ödüllerini hala toplamaktadır?
Reklamcıların yaptığı gibi toplumu sınıflandırıp AB grubundan bahsedelim ve AB grubunu oluşturan kesimin en az bir üniversite mezunu olduğunu kabul edelim. AB grubunda çok izlenen , üniversitelilerin bayıldığı 90 dakika programının halkımızın hak ettiği en iyi spor programı olduğunu-ki program yapımcılarının da böyle düşündüğüne inanıyorum- da kabul edelim ve yeni bir soru soralım: Neden belli bir eğitim seviyesinin üzerinde bir çok insan ülkemizde Hıncal Uluç’u bir çok konuda olduğu gibi futbolda da otorite olarak kabul ediyor? Neden ülkemizde çığırtkanlık her daim itibar görüyor?
Ersun Yanal’ın göreve gelişini hatırlayalım. Avrupa şampiyonasına katılamayan milli takımın hocası Şenol Güneş günah keçisi ilan edilmiş ve yerine de en uygun aday olarak Ersun Yanal gösterilmişti. Yanal göreve getirildiğinde medyanın desteği arkasındaydı. Ancak bir yıl bile dolmadan medya da federasyonda Yanal’ı gözden çıkardı. Neden hep sonunda medyanın dediği oluyor? Neden futbol federasyonu yada klüp yönetimleri kamuoyu baskısından yılıp antrenör değişikliğine gider? Olması gereken federasyon/klüplerin planlarına sadık kalmaları değil midir? İşler biraz kötüye gittiğinde, kan değişikliğine gitmek doğru bir yöneticilik midir?
Takip edenler bilir; Ersun Yanal göreve başladığından beri Hıncal Uluç, Yanal’a karşı
çıktı. Sürekli kendince haklı sebepler sunarak Yanal’ı eleştirdi. Hele Hakan Şükür’ün kadro dışı kalmasıyla beraber daha da üstüne gitti Yanal’ın. Peki futbol yorumculuğu böyle mi olmalıdır? Hıncal Uluç’un en büyük temsilcisi olduğu bu futbol duayeni yorumcularının sabit fikirleri var kişilere karşı ve fikirlerini ne olursa olsun ne kadar haklı olduklarını kanıtlama üzerine kurmuşlar. Muhtemelen başkalarının ağzından çok haklı olduklarını, bu işin duayeni olduklarını duyduklarında büyük bir haz alıyorlardır. Futbolla ilk ilgilendiğim zamanlar bu tarz yorumlar beni de çok etkilerdi. Zamanla futbol bilgim, kültürüm artıkça bu yorumcuların ne derece dar görüşlü olduklarını fark ettim. Cümleleri kalıplaşmış, görüşleri hep tek yönde, eleştirileri bildik, konuşma tarzları da saldırgan ve kendini beğenmişti. Önceleri ilgiyle izlediğim 90 Dakika programı Hıncal Uluç şov olmaya başladığından beri ilgimi çekmiyor. Memlekette yapılan doğru düzgün futbol programları da rating almıyor. Peki neden kalitesizliğe bu kadar prim tanıyoruz? Neden ekranda bilgilendirici tartışmalar görmek yerine kavga görmeyi tercih ediyoruz? Neden yolda kavga eden iki kişinin etrafında hemen bir kalabalık oluşurken, meydanlarda memleket dertlerinden bahseden insanlar hiç ilgi toplamıyor? Toplum olarak gerçekleri öğrenmek değil, gerçeklerin üzerini örtüp güzel vakit geçirmek istiyoruz. Bunun sebebi de toplumun, sorunların giderileceğine, ülkenin düzeleceğine yönelik umutsuzluğu. Madem düzelmiyoruz, koyver gitsin.
Biraz da işin futbol yönünü konuşalım. Uzatmadan fikrimi söyleyeyim, Dünya kupası elemelerinde milli takım hoşuma giden, gittikçe daha iyi yapabileceğimize inandığım bir sistemle oynuyordu. Geride kurduğu dörtlü savunmanın kanatlarını etkin kullanmaya çalışan, savunmanın önünde biri savunmaya yönelik diğer ikisi daha teknik üç orta saha ile baskı uygulayan, ileride kanatlara yakın dribling yapan iki hızlı oyuncu ile savunmayı delmeye çalışan ve en uçta da yetenekli yıpratıcı bir forvetle de yakaladığı fırsatları affetmeyen bir takım oyunu oynamaya çalışıyordu. Kısmen başarılı olsa da özellikle kendi evinde umulmadık puanlar kaybetti. İlk maç Gürcistan maçı sistemin ilk maçıydı ve pek işlemedi. Yine de üç puan şansızlıktan ve tribünlerin beklenmedik çirkin tepkisinden dolayı yitirildi. İkinci maç zor maçtı ve bence Yanal çok doğru ve cesur bir kararla Hakan Şükür’ü kadro dışı bırakarak aslanların önüne attı kendini. Bu yazıda bu kararı tartışmayacağım çünkü artık zamanı geçmiş ve anlamsızlaşmış bir tartışma olduğunu düşünüyorum. Ancak şunu de belirtmeliyim ki eğer milli takım teknik direktörüne kadroya kimi çağırıp çağırmayacağı yetkisi verilmişse, tercihleri sorgulanmamalıdır. Kaldı ki kanımca Ersun Yanal, başarıya aç, genç ve tempolu oyunu kaldırabilen oyuncuları seçerek gayet doğru seçimler yapmıştır. En büyük hatası ise milli takımı ilk devraldığında Hakan Şükür hakkında, benim vazgeçilmez oyuncum olacak açıklaması yapmasıdır. Kadro dışı bıraktığında gösterdiği cesur tavrı baştan itibaren gösterseydi belki bu kadar yıpranmayacaktı.
Futbola dönersek, deplasmandaki Danimarka maçını hatırlayalım. Tamam, rakibin on kişi kalması da çok etkili olmuştur ama oynadığımız futbolu da yabana atmamalıyız. Yanal’dan önce Nihat, Hamit, Ümit, Gökdeniz ve tabi ki Fatih Tekke gibi oyuncuları kim bu kadar etkin kullanabildi ki? Hep konuşulan jenerasyon değişikliği değil midir bu? Daha önemlisi de bu taktik ve oyuncu değişikliklerinin sancılarına rağmen milli takım grubunda ikinci sırada ve Almanya 2006 şansı devam ediyor. Önümüzde iki zorlu deplasman ve belki daha da zorlu bir iç saha maçı var. Hiç olmazsa bu üç maça milli takımı Yanal hazırlamalıydı.
Peki bundan sonra ne olacak? Fatih Terim 5 senelik bir plandan bahsediyor ama ben bunun gerçekleşeceğine ihtimal vermiyorum. Milli takım Almanya’ya gitse de gitmese de Terim milli takımın başında kalacaktır ancak 2008 Avrupa Şampiyonası’na katılamayan bir milli takımın başında kalmak istemeyeceğine eminim. Eğer başarılı olup da milli takımı bir üst seviyeye çıkarırsa da Avrupa’da bir kulüp yönetmek isteyeceğinden milli takımı bırakacaktır. Bugün Terim’in yardımcıları olarak açıklanan Oğuz Çetin, Mehmet Özdilek, Ünal Karaman gibi isimlerden birine teknik direktörlüğü devredeceğine inanıyorum. Kadroda çok değişiklik yapacağını sanmıyorum. Önemli bir kadro reformu için grup maçlarının bitimini bekleyecektir. Kalede Rüştü ; defansta Tolga, Servet, Ümit, Hamit, Serkan, orta sahada Hüseyin, Emre, Yıldıray, Gökdeniz, Tuncay, Koray ; forvette de Fatih, Necati gibi oyuncuların devamlı çağrılacak oyuncular olduğunu düşünüyorum.
Tartışmamız gereken bir diğer konu ise milli takımımızın dünya futbolundaki yeri. Takımımız Avrupa’nın 1.torba takımı mı? Bundan böyle katılacağımız turnuvaların favorisi olarak mı gösterileceğiz? Doğru, Dünya Kupası üçüncülüğü bir başarıdır ancak bu başarının kalıcı bir başarıya dönüşmesi için daha kalıcı adımlar atılması gerekiyordu. Biz ise Hasan Şaş’a dünya yıldızı muamelesi yapıp hem onun kariyerini hem de milli takımın Euro 2004 şansını bitirdik. Şimdi aynı hatayı Hakan Şükür’ü dokunulmaz, vazgeçilmez golcü göstererek yapıyoruz. Türk futbolunun ilerlemesi için Türk futbolcusunun da ilerlemesi ve oyunun iki yönünü de, hem kolay maçlarda hem de kritik maçlarda oynayabilmesi gerek. O zaman gerçek futbol yıldızlarına sahip olacağız. Bence şu an itibariyle Türkiye milli takımının herhangi bir Avrupa veya Dünya Kupası Şampiyonasına katılabilmesi bile önemli bir başarıdır. Ancak gerçek başarı altyapıda, üst yapıda, sahada veya dışında, tribünlerde ve medyada imrendiğimiz medeni Avrupa standartlarına ulaşılmasıdır. Şöyle bir örnek vereyim. Bugün Emre Belözoğlu Italya’da parasını zamanında almasını bir ayrıcalık olarak görüyorsa demek ki yapılacak daha çok şey var.