İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

10.07.2005

Ersun Yanal, Hıncal Uluç ve Milli Takım

Neden NTV’de yayınlanan “90 dakika” adlı futbol programı üniversite öğrencilerinin dağıttığı en iyi spor programı ödüllerini hala toplamaktadır?

Reklamcıların yaptığı gibi toplumu sınıflandırıp AB grubundan bahsedelim ve AB grubunu oluşturan kesimin en az bir üniversite mezunu olduğunu kabul edelim. AB grubunda çok izlenen , üniversitelilerin bayıldığı 90 dakika programının halkımızın hak ettiği en iyi spor programı olduğunu-ki program yapımcılarının da böyle düşündüğüne inanıyorum- da kabul edelim ve yeni bir soru soralım: Neden belli bir eğitim seviyesinin üzerinde bir çok insan ülkemizde Hıncal Uluç’u bir çok konuda olduğu gibi futbolda da otorite olarak kabul ediyor? Neden ülkemizde çığırtkanlık her daim itibar görüyor?

Ersun Yanal’ın göreve gelişini hatırlayalım. Avrupa şampiyonasına katılamayan milli takımın hocası Şenol Güneş günah keçisi ilan edilmiş ve yerine de en uygun aday olarak Ersun Yanal gösterilmişti. Yanal göreve getirildiğinde medyanın desteği arkasındaydı. Ancak bir yıl bile dolmadan medya da federasyonda Yanal’ı gözden çıkardı. Neden hep sonunda medyanın dediği oluyor? Neden futbol federasyonu yada klüp yönetimleri kamuoyu baskısından yılıp antrenör değişikliğine gider? Olması gereken federasyon/klüplerin planlarına sadık kalmaları değil midir? İşler biraz kötüye gittiğinde, kan değişikliğine gitmek doğru bir yöneticilik midir?

Takip edenler bilir; Ersun Yanal göreve başladığından beri Hıncal Uluç, Yanal’a karşı
çıktı. Sürekli kendince haklı sebepler sunarak Yanal’ı eleştirdi. Hele Hakan Şükür’ün kadro dışı kalmasıyla beraber daha da üstüne gitti Yanal’ın. Peki futbol yorumculuğu böyle mi olmalıdır? Hıncal Uluç’un en büyük temsilcisi olduğu bu futbol duayeni yorumcularının sabit fikirleri var kişilere karşı ve fikirlerini ne olursa olsun ne kadar haklı olduklarını kanıtlama üzerine kurmuşlar. Muhtemelen başkalarının ağzından çok haklı olduklarını, bu işin duayeni olduklarını duyduklarında büyük bir haz alıyorlardır. Futbolla ilk ilgilendiğim zamanlar bu tarz yorumlar beni de çok etkilerdi. Zamanla futbol bilgim, kültürüm artıkça bu yorumcuların ne derece dar görüşlü olduklarını fark ettim. Cümleleri kalıplaşmış, görüşleri hep tek yönde, eleştirileri bildik, konuşma tarzları da saldırgan ve kendini beğenmişti. Önceleri ilgiyle izlediğim 90 Dakika programı Hıncal Uluç şov olmaya başladığından beri ilgimi çekmiyor. Memlekette yapılan doğru düzgün futbol programları da rating almıyor. Peki neden kalitesizliğe bu kadar prim tanıyoruz? Neden ekranda bilgilendirici tartışmalar görmek yerine kavga görmeyi tercih ediyoruz? Neden yolda kavga eden iki kişinin etrafında hemen bir kalabalık oluşurken, meydanlarda memleket dertlerinden bahseden insanlar hiç ilgi toplamıyor? Toplum olarak gerçekleri öğrenmek değil, gerçeklerin üzerini örtüp güzel vakit geçirmek istiyoruz. Bunun sebebi de toplumun, sorunların giderileceğine, ülkenin düzeleceğine yönelik umutsuzluğu. Madem düzelmiyoruz, koyver gitsin.

Biraz da işin futbol yönünü konuşalım. Uzatmadan fikrimi söyleyeyim, Dünya kupası elemelerinde milli takım hoşuma giden, gittikçe daha iyi yapabileceğimize inandığım bir sistemle oynuyordu. Geride kurduğu dörtlü savunmanın kanatlarını etkin kullanmaya çalışan, savunmanın önünde biri savunmaya yönelik diğer ikisi daha teknik üç orta saha ile baskı uygulayan, ileride kanatlara yakın dribling yapan iki hızlı oyuncu ile savunmayı delmeye çalışan ve en uçta da yetenekli yıpratıcı bir forvetle de yakaladığı fırsatları affetmeyen bir takım oyunu oynamaya çalışıyordu. Kısmen başarılı olsa da özellikle kendi evinde umulmadık puanlar kaybetti. İlk maç Gürcistan maçı sistemin ilk maçıydı ve pek işlemedi. Yine de üç puan şansızlıktan ve tribünlerin beklenmedik çirkin tepkisinden dolayı yitirildi. İkinci maç zor maçtı ve bence Yanal çok doğru ve cesur bir kararla Hakan Şükür’ü kadro dışı bırakarak aslanların önüne attı kendini. Bu yazıda bu kararı tartışmayacağım çünkü artık zamanı geçmiş ve anlamsızlaşmış bir tartışma olduğunu düşünüyorum. Ancak şunu de belirtmeliyim ki eğer milli takım teknik direktörüne kadroya kimi çağırıp çağırmayacağı yetkisi verilmişse, tercihleri sorgulanmamalıdır. Kaldı ki kanımca Ersun Yanal, başarıya aç, genç ve tempolu oyunu kaldırabilen oyuncuları seçerek gayet doğru seçimler yapmıştır. En büyük hatası ise milli takımı ilk devraldığında Hakan Şükür hakkında, benim vazgeçilmez oyuncum olacak açıklaması yapmasıdır. Kadro dışı bıraktığında gösterdiği cesur tavrı baştan itibaren gösterseydi belki bu kadar yıpranmayacaktı.

Futbola dönersek, deplasmandaki Danimarka maçını hatırlayalım. Tamam, rakibin on kişi kalması da çok etkili olmuştur ama oynadığımız futbolu da yabana atmamalıyız. Yanal’dan önce Nihat, Hamit, Ümit, Gökdeniz ve tabi ki Fatih Tekke gibi oyuncuları kim bu kadar etkin kullanabildi ki? Hep konuşulan jenerasyon değişikliği değil midir bu? Daha önemlisi de bu taktik ve oyuncu değişikliklerinin sancılarına rağmen milli takım grubunda ikinci sırada ve Almanya 2006 şansı devam ediyor. Önümüzde iki zorlu deplasman ve belki daha da zorlu bir iç saha maçı var. Hiç olmazsa bu üç maça milli takımı Yanal hazırlamalıydı.

Peki bundan sonra ne olacak? Fatih Terim 5 senelik bir plandan bahsediyor ama ben bunun gerçekleşeceğine ihtimal vermiyorum. Milli takım Almanya’ya gitse de gitmese de Terim milli takımın başında kalacaktır ancak 2008 Avrupa Şampiyonası’na katılamayan bir milli takımın başında kalmak istemeyeceğine eminim. Eğer başarılı olup da milli takımı bir üst seviyeye çıkarırsa da Avrupa’da bir kulüp yönetmek isteyeceğinden milli takımı bırakacaktır. Bugün Terim’in yardımcıları olarak açıklanan Oğuz Çetin, Mehmet Özdilek, Ünal Karaman gibi isimlerden birine teknik direktörlüğü devredeceğine inanıyorum. Kadroda çok değişiklik yapacağını sanmıyorum. Önemli bir kadro reformu için grup maçlarının bitimini bekleyecektir. Kalede Rüştü ; defansta Tolga, Servet, Ümit, Hamit, Serkan, orta sahada Hüseyin, Emre, Yıldıray, Gökdeniz, Tuncay, Koray ; forvette de Fatih, Necati gibi oyuncuların devamlı çağrılacak oyuncular olduğunu düşünüyorum.

Tartışmamız gereken bir diğer konu ise milli takımımızın dünya futbolundaki yeri. Takımımız Avrupa’nın 1.torba takımı mı? Bundan böyle katılacağımız turnuvaların favorisi olarak mı gösterileceğiz? Doğru, Dünya Kupası üçüncülüğü bir başarıdır ancak bu başarının kalıcı bir başarıya dönüşmesi için daha kalıcı adımlar atılması gerekiyordu. Biz ise Hasan Şaş’a dünya yıldızı muamelesi yapıp hem onun kariyerini hem de milli takımın Euro 2004 şansını bitirdik. Şimdi aynı hatayı Hakan Şükür’ü dokunulmaz, vazgeçilmez golcü göstererek yapıyoruz. Türk futbolunun ilerlemesi için Türk futbolcusunun da ilerlemesi ve oyunun iki yönünü de, hem kolay maçlarda hem de kritik maçlarda oynayabilmesi gerek. O zaman gerçek futbol yıldızlarına sahip olacağız. Bence şu an itibariyle Türkiye milli takımının herhangi bir Avrupa veya Dünya Kupası Şampiyonasına katılabilmesi bile önemli bir başarıdır. Ancak gerçek başarı altyapıda, üst yapıda, sahada veya dışında, tribünlerde ve medyada imrendiğimiz medeni Avrupa standartlarına ulaşılmasıdır. Şöyle bir örnek vereyim. Bugün Emre Belözoğlu Italya’da parasını zamanında almasını bir ayrıcalık olarak görüyorsa demek ki yapılacak daha çok şey var.

7.07.2005

Gündemden

Avrupa’da sezonlar sona erdikten sonra da geçtiğimiz bir ay içersinde de futbol konusunda günlerimiz pek boş geçmedi. Dilerseniz son 2 hafta içersinde futbol gündemimizi meşgul eden konulara bir bakalım:

Konfederasyon Kupası

Görüldü ki Konfederasyon Kupası 2 yılda bir yerine 4 yılda bir, Dünya Kupası’ndan önce yapılmalı. 2 yıl önce bizim Fransa ile final oynadığımız gazozuna kupa ile bu yıl ki kupa arasında dağlar kadar fark var. 2 yıl önce Dünya Kupası sonrası milli takımları yenileştirme çabaları kapsamında bir araç olan organizasyona takımlar yedek kadroları ile çıkmışken, bu yıl Dünya Kupası öncesi son hazırlık turnuvası olarak bakıldığından tüm takımlar nerdeyse tam kadro olarak turnuvaya katıldılar.

Brezilya ile başlayalım. Adriano’nun arkasına Ronaldinho – Kaka – Robinho destekli forvet hattı kuşkusuz Dünya’nın en iyisi. Ancak savunmada çok ciddi problemleri var. Açılış maçı olan Yunanistan karşılaşması hariç tüm maçlarda gol yediler. Hücumu tamamen doğaçlama oynuyorlar, belli bir organizasyonları yok. Bunun iki sonucu var:
1- Organize hücumlara karşı organize savunma yapan Yunanistan’a karşı 3 gol attılar ki, Yunanistan 3 yıldır ilk defa kalesinde 3 gol gördü.
2- Yalnız olmayınca da olmuyor. Meksika karşısında savunmayı delmekte çok zorlandılar ve devamlı dışardan şut çekmek zorunda kaldılar. Ronaldo da seneye takıma katılıp çift santraforla oynarlarsa karşılarında kimse duramaz, ama dediğim gibi Brezilya yediğinden fazlasını atmaya çalışıyor. Böyle bir durumda örneğin olası bir İtalya eşleşmesinde işleri pek kolay olmayabilir. Robinho’nun bu yıl Avrupa’ya transfer olması onlar için önemli çünkü Robinho Avrupa’daki gibi hareketli hücum etmesini bilmiyor. Bu arada Çiçero’yu da çok beğendim.

Arjantin’in finale çıkmasına karşılık gösterdiğinden daha fazla potansiyeli olduğuna inanıyorum. Ayala, Burdisso, Coloccini, Heinze, Placente, Walter Samuel gibi savunma oyuncularını barındıran Arjantin’in gelecek yıl bu kadar gol yemeyeceğini düşünüyorum. Figueroa’yı beğenmedim, umarım gelecek yıl onun yerinde Crespo’yu görürüz. Tevez geçen yıl olimpiyatlarda seyrettiğimiz Tevez değildi. Saviola’nın hala gerçekte ne olduğunu anlamış değilim. Adı şu aralar Espanyol için geçiyor zaten. Eğer öyle bir şey olursa zaten kıtasal seviyeden de aşağılara düşecek.

Şubat ayındaki bir yazımda Almanya’nın bir potansiyel gösterdiğini söylemiştim. Nitekim, ev sahibi olması, turnuva takımı kimliği ve Alman ekolü ile disiplini sayesinde yine Dünya Kupası’nda yükseklerde yer alacaklardır. Unutmayın ki bundan çok daha kötü bir takımla bundan önceki kupada bu adamlar final oynadılar.

Meksika da gayet başarılı bir turnuva sergiledi, bireysel olarak belki bir tek Borgetti ön plana çıksa da takım olarak iyi mücadele ediyorlar. Benim için turnuvanın hayal kırıklığı Avustralya oldu. Emerton, Viduka, Cahil gibi oyuncuları barındıran Avustralya’nın en azından Tunus’u yenmesini umuyordum. Forumda da konuşulduğu gibi, zaten Avrupa’nın apayrı köşelerinde oynayan oyuncuların bir araya gelip Solomon Adaları gibi ekiplerle oynayarak bir takım haline gelmesi oldukça güç.

Dünya Gençler Şampiyonası

Dünya Gençler Şampiyonası’ndan aklımızda kalacak olan elbette ki Leo Messi. 18 yaşında Barcelona’da oynadığını görünce tek kaygım bu turnuvada 4 yıl önce yıldızlaşan vatandaşı Saviola ile aynı kaderi paylaşmaması. Onun dışında, geçen yıl Güney Amerika U19’da şampiyon olup bu yıl ki FM’de Guarin, Aguilar, Arenas gibi süper oyuncular çıkartan Kolombiya’yı da izledik. Onlar da iyi takımdı, gruplarda 3’te 3 yaptılar ama onların da şanssızlığı, Arjantin’in sürpriz bir şekilde ABD’ye yenilip henüz ikinci turda karşılarına çıkması oldu. ABD demişken en sonunda Freddy Adu’yu da izleyebildik. İyi bir kanat oyuncusu olma potansiyeli var. Hızlı ve driplingi iyi. Top ayağına yakışıyor. Ancak fiziksel açıdan son derece yetersiz. 16 yaşındaki bir çocuk daha uzar mı bilemiyorum. Ayrıca haddinden fazla sorumluluk veriyorlar bu çocuğa. Kaçırdığı iki penaltı bunun göstergesi.

Akdeniz Oyunlarında tamamen fasulyeden bir kupaydı. Bana verdiği tek şey Cafercan’ın frikik golleri oldu.

Dünya Kupası Elemeleri: Afrika

Son olarak Afrika elemelerine değinelim. Haziran’ın sonunda yapılan maçlar sonunda 2 maç kala Afrika’da hala Dünya Kupası’na katılmayı garantileyen ekip yok ve ortada çok ilginç tablolar var. Angola, Gana ve Togo tarihlerinde ilk defa Dünya Kupası’na katılmanın eşiğindeler.

Gana, Essien ve Appiah’ın liderliğinde deplasmanda Güney Afrika’yı yenerek liderliğe çıktılar. Togo’nun Sengal karşısında ve Angola’nın Nijerya karşında aldıkları beraberlikler, onları zirvede tutmaya yetti. Bu üç ekip de ya averajla ya da bir puanla lider durumdalar. Yani kalan iki maçta yapacakları bir puan kaybı onların Almanya hayallerinin yıkılması demek olacaktır. Üçüncü grupta ise Drogba ve Dindane önderliğindeki Fildişi Sahilleri, Kamerun’un iki puan önünde lider durumda. İki takım, eylül ayında lider takımın evinde final nitelğinde bir maça çıkacaklar. Son olarak 5. grupta iki Kuzey Afrika ülkesinin çekişmesi var. Her ne kada Fas, Tunus’un 2 puan önünde olsa da Tunus’un bir maçı eksik ve iki takım ekimde Tunus’da karşılaşacaklar.

Haziran ayındaki maçlar sonucunda Asya’dan Dünya Kupası’na katılacak takımlar belli oldu. Buna göre Japonya, İran, Güney Kore ve Suudi Arabistan; Almanya’da yerlerini alacaklar.

Yazıya başlarken amacım gündem köşesine yazmaktı ancak milli takımlarla ilgili haberler çok olunca yazı içersinde Dünya Kupası köşesine döndüm. Bu köşede yeniden görüşmek üzere.