Tam tarihi bulmak biraz zor olsa da bir çok yerde “son dakikada” diye bahsedildiğine göre 1992 yılının Mayıs ayının son günleri ya da Haziran ayının ilk günleri olsa gerek... İsveç’te düzenlenecek olan 1992’ye katılacak sekiz takım son hazırlıklarını tamamlamakla meşguldürler. Bunlardan birisi de henüz bir sene önce dağılan Sovyetler Birliği’nin çoğu ülkesini barındıran Bağımsız Devletler Topluluğu’dur. Takım, hazırlık maçı için Danimarka’dadır ancak bu maç, tarihi belirlendiğinde sadece BDT için bir hazırlık maçıyken, oynandığı gün her iki takım da sahaya Euro 92 hazırlığı için çıkar.
Avrupa’da ligler bitmiş ve Danimarka Milli Takımı’nın çoğu yıldız oyuncusu tatildedir, hatta teknik direktör Richard Moller Nielsen, BDT maçından sonra evinin mutfağını yenilemeyi planlıyordur. Tarihini bulamadığım o “son dakika” gününde de BDT maçında oynayacak kadro sabah antrenmanını tamamlamıştır. Öğle yemeği sırasında UEFA’nın iç savaş nedeniyle Yugoslavya’yı Euro 92’den ihraç edebileceği ve yerine 4. eleme gruplarında Yugoslavya’nın bir puan gerisinde kalan Danimarka’yı çağırmayı planladığı fısıltısı yayılır. Öğleden sonra yapılan ikinci antrenmanın ardından ise fısıltı gerçeğe dönüşmüştür. Danimarka, Yugoslavya’nın yerine Euro 92’e davet edilir. Heralde o gün akşam bayan Nielsen’in suratı mutfak işi gecikeceği için bir karış olmuştur.
Ev sahibi İsveç’in yanı sıra İngiltere ve Fransa ile birlikte A grubunda yer alan Danimarka’ya ilk başta kendileri de dahil pek kimse şans vermez. Doğru dürüst hazırlık yapmamışlardır ve takımın en büyük yıldızı Michael Laudrup, yaz tatilini kesip kupaya katılmaya bile gerek görmemiş ve kardeşi Brian’ı göndermiştir. İlk maçta İngiltere’yle berabere kalıp, ikinci maçta da İsveç’e yenilince bavullar da toplanmaya başlanır. Şampiyona tarihinin en büyük sürprizlerinden birisi ise grubun son maçından itibaren başlar. Fransa’yı 2-1 yenen Danimarka, grup ikincisi olarak yanı finale çıkar. Yarı finalde 4 sene öncesinin şampiyonu Hollanda vardır. Vikingler iki defa öne geçtikleri maçın 86. dakikasında Van Basten’in golüyle Hollanda’ya ikinci defa yakalanır ve maç uzatmalar ve hatta penaltılara gider. Maç içerisinde golü atan Van Basten, seri penaltıların tek başarısız ismi olur ve Danimarka finalde bir başka son şampiyon Almanya’nın karşısına çıkmaya hak kazanır. Panzerler iki sene önce yapılan son Dünya Kupasını kazanmıştır ve her zaman olduğu gibi bu kez de olağan şüphelidir. Ama Danimarka bu engeli de her iki yarıda uzak mesafeden bulduğu iki golle geçer ve 26 Haziran 1992 günü kupayı kaldırır.
Bugün UEFA’nın resmi sitesinde Euro 92’yle ilgili sayfayı açtığımız zaman turnuvanın tarih yazan oyuncusu olarak Danimarka Milli Takımının kalecisini görüyoruz: Peter Boleslaw Schmeichel. Dev kaleci, sadece yarı final maçında Van Bhasten’in penaltısını kurtarmamış, bütün turnuva boyunca yaptığı kurtarışlarla takımını sırtlayan isim olmuştur. Nitekim 1992 ve 1993 yıllarında hem UEFA hem de Uluslararası Futbol Tarih ve İstatistik Federasyonu tarafından yılın kalecisi seçilmiştir. Aslında Schmeichel efsanese baktığımız zaman yavaş yavaş ancak istikrarlı bir şekilde oluşan ve 1991/92 sezonunda Manchester United’a transfer olmasının ardından bir anda bütün parlaklığıyla ortaya çıkan bir kariyer görmekteyiz. Ama önce başlangıca dönmek lazım.
Baltık denizinden esen soğuk nemli bir rüzgarın Kopenhag’ın dış semtlerinden Gladsaxe’ı kırbaç gibi dövdüğü bir gün olsa gerek 18 Kasım 1963 günü. Peter Schmeichel, Polonyalı bir baba ve Danimarkalı bir annenin oğlu olarak dünyaya gelir. İlginç bir not: profesyonel piyanist olan baba Schmeichel, Peter 7 yaşına gelene kadar Danimarka vatandaşlığına geçmemiş ve bizim oğlan da o yaşa kadar Polonya pasaportu taşımış. Bir sene sonra da futbola başlamış. İlk başta stoper ve hatta forvet bile oynamış ama zamanla görülmüş ki bu sarışın çocuk en büyük geleceği kalede vaadediyor. Bilimum genç takım deneyimlerini LedØje-SmØrum ve Gladsaxe/Hero gibi gerçekten bizim için hiçbir şey ifade etmeyen isimli klüplerde geçirdikten sonra 1981 yılında Gladsaxe/Hero’nun A takımında oynamaya başlar. Aradan henüz 3 sene geçmeden ve Peter 21 yaşını bitirmeden Danimarka 1. Lig ekibi Hivdovre’ye transfer olarak profesyonel kariyerine başlar ve geçimini sağladığı halı döşemeciliği işini bırakır.
Schmeichel’ın Hivdovre’deki ilk sezonunda pek göze çarpan bir şey yok. İkinci yılda ise (1985), takım 40 maçta 30 golle ligin en az gol yiyen 5. takımıdır ama maalesef bütün ligler gibi Danimarka’da da toplanan puanlara bakılmaktadır ve sezonu 14. tamamlayan Hivdovre ligden düşer. İkinci Lig sürgünü sadece bir sene sürer ve Hivdovre bir sonraki sezon yeniden birinci lige yükselir. Ancak bu yükselişin kendilerine maaliyeti büyüktür çünkü, 1. lige dönüşte büyük paya sahip Peter Schmeichel bir sonraki sezon ülkenin belki de en büyük takımı olan Brondby’ye transfer olmuştur.
1987 sezonu, Schmeichel için unutulmaz olmuştur heralde. Önce Kasım 1986’da kendi doğum gününden iki hafta önce oğlu Kaspar’ı kucağına alır, daha sonra ise Brondby ile yaşadığı ilk 1. Lig şampiyonluğu ve bu şampiyonluğa katkısı sayesinde Mayıs 1987’de ilk defa giyilen milli forma gelir. Sonrasında 1991 yılına kadar süren Brondby yıllarında 3 lig şampiyonluğu daha kazanacak, milli takımın değişmez kalecisi olacak ve 1991 UEFA Kupası’nda final şansını, Rudi Voller’in son saniye golüyle Roma’ya kaptıracaktır. Ama Schmeichel için bundan sonraki 10 yılda yaşayacakları, bu üzüntüyü fazlasıyla unutturacaktır.
1991 yazında (belki de daha öncedir ama bilirsiniz transfer hikayeleri böyle yazılır) Manchester United’dan teklfi aldığı gün belki de Schmeichel’ın en mutlu günüdür. Peter, çocukluğundan itibaren ManU. hayranıdır ve hatta futbola ilk başladığı sıra idolü, 80’lerde United’de oynayan stoper Gary Bailey’dir. Tarihin en büyükleri arasına gireceği dönemin başlangıcında sadece 500,000 sterlin’e imza atar. Sir Alex Ferguson daha sonra bu transferi “yüzyılın en kelepir fırsatıydı” diye hatırlayacaktır.
Schmeichel’ın İngiltere’deki ilk yılı olan 1991/92 sezonu aynı zamanda Birinci Lig’in son yılıdır çünkü sonraki seneden itibaren adı Premier Lig olacaktır. ManU, son 1. Lig’i ikinci bitirir ama Schmeichel’ın ligdeki ve Euro 92’deki başarısı ona “Yılın Kalecisi” ödülünü getirir. Sonrası ise zaten çoğumuzun hemen hemen kendi gözleriyle takip ettiği bir tarihtir. Kırmızı Şeytanlar, 1992/93 sezonunda 26 yıl aradan sonra ilk lig şampiyonluğuna kavuşurken Schmeichel 42 maçın 22’sinde gol yemeyerek üzerine düşeni fazlasıyla yapar ve üst üste ikinci defa dünyada “Yılın Kalecisi” seçilir. Şuraya sıkıştırıverelim; Peter Schmeichel, İngiltere Ligi’nde geçirdiği yıllar boyunca oynadığı toplam maçların % 42’sinde gol yemeyerek deyim yerindeyse kalecilik için bir standart oluşturur. Aslında bu başarısını sadece muhteşem yeteneklerine borçlu değildir. Sürekli en iyiyi mükemmeli isteyen yapısı, rekabetçiliği, hırsı ve defansıyla olan iletişimi Manchester United defansını gerçekten geçilmez hâle getirmiştir. Bakın, eski kaptanı Steve Bruce ne diyor; “Peter mükemmeliyetçiydi. O kadar ki birisine şut imkanı verirsek ve bir kurtarış yapmak zorunda kalırsa sonradan bizi azarlardı”. Tabi sadece bu değildi Schmeichel’ı büyük kaleci yapan. 1.93 boyu ve XXXL bedeniyle özellikle cepheden geçilmez bir duvar hâline gelirdi. Ona gol atabilmek için ya topu gerçekten “dünyanın bütün Michael’ları gelse kurtaramaz” bir noktaya göndermek ya da defansın ayağından sekerek kusursuz bir şandele dönüşen şutlar gerekirdi. Schmeichel ayrıca, bire birde kollarını ve bacaklarını iyice açarak, top ayağında kaleye doğru gelen zavallıya kabir azabı çektirmesiyle de ünlü olmuştur. Bir de topu sonu golle biten ilk paslar atmasıyla ve maçların sonunda eğer gerekiyorsa rakip kalede gol aramasıyla.
Peter Schmeichel’ın , Manchester United kariyeri, 1994 yılında neredeyse bitiecekti. Ocak ayında oynanan Liverpool maçından sonra Sir Alex, maçın 3-0 galibiyetten 3-3 beraberliğe gelmesinin sorumluluğunu Peter’a yüksler ve iki isim sonunda Ferguson’ın kalecisini takımdan kovduğu çok ciddi bir tartışma yaşar. Schmeichel, olaydan birkaç gün sonra arkadaşlarından özür diler ancak Ferguson’ın da bu konuşmaya kulak misafiri olduğundan haberi yoktur. Sir Alex, Schmeichel’ın takımda kalmasına (belki de çok memnun olduğunu çaktırmadan) müsaade eder ve Kırmızı Şeytanlar o sene bir kez daha Premier Lig’i kazanır. Bu kısmı hiç uzatmayalım efendim; Schmeichel, ManU yıllarında 5 Lig, 3 FA kupası kazanır ve klüpteki son yılında (1998/99) ise futbol tarihine geçen bir başarıda pay sahibi olur ve aslında bu sezon da kariyerinin doruk noktasıdır.
Bir Manchester United taraftarı herhalde kendisini unutur da 14-26 Mayıs 1999 arasında geçen günleri unutmaz. Takım önce 14 Mayıs günü, FA cup yarı finalinin tekrar maçında Arsenal’in karşısında çıkar. Belki de Schmeichel olmasa, belki de 22 Mayıs tarihinde Wembley’de yapılacak finalde Newcastle’ın siyah-beyaz çubuklu formalı oyuncularının yanında seramoniye Londra’nın krımızıları Arsenal çıkacaktı. Ama Danimarkalı kaleci, Arsenal maçının son dakikalarında Bergkamp’ın penaltısını kurtararak maçı uzatmaya taşır ve uzatmaların sonunda gülen taraf Manchester United olur. Kırmızı şeytanlar, sadece iki gün sonra 16 Mayıs’ta Totenham’ı 2-1 yener ve Premier Lig şampiyonluğunu kazanarak, 1 puan geride kalan Arsenal’in kalbini bir kez daha kırar. Bir hafta sonraki FA Cup finalinde rakip Newcastle United 2-0’la geçilerek duble tamamlanır. Ancak henüz ManU. oyuncuları için sezon bitmemiştir.
Alex Ferguson ve takımı Bayern Münih’i yenerek Şampiyonlar Ligi’ni kazanmak ve dubleyi triple’ye çevirmek için 26 Mayıs tarihinde Nou Camp’in güzelim çimlerine açıkarlar. Collina’nın hemen arkasında takım kaptanları olarak iki büyük kaleci Schmeichel ve Kahn yürümektedir. Heralde bu an kalecilik mesleğinin zirve noktalarından birisi olsa gerek. Her neyse, Alamanlar maça çok hızlı girer ve henüz 6. dakikada Mario Basler’in golüyle öne geçer ve koca maç boyunca heyecan dozu hiç azalmasa da taraflar bir daha gol atamazlar. Artık uzatma dakikaları gelmiştir ve işin kötüsü hızla da geçiyordur. ManU.’nun kazandığı kornerde, daha önceki maçlarda defalarca olduğu gibi Schmeichel koşarak rakip ceza sahasına gelir. Dev kalecinin varlığı ortalığı karıştırmıştır ve defansın bir anlık zaafından faydalalan Teddy Sheringham golü yapıvermiştir. Bayernli oyuncular daha birkaç saniye önce kulbundan tuttukları kupanın 30 dakika uzağa kaçıverdiğini görmüşlerdir. Bunun getirdiği konsantrasyon eksikliğinin faturası çok çok daha ağır olacaktı ve Collina bitiş düdüğünü çalamadan bu kez Ole-Gunnar Solskjaer topu Bayern filelerine asıverecekti. Bayern santra bile yapamadan maç bittiğinde, bütün dünya şaşkınlıkla olan biteni idrak etmeye çalışırken, Manchester United’lı oyuncular ya donup kalmış ya da olduğu yere yığılıvermiş Bayern’li meslektaşlarının aralarında koşup zıplayarak Avrupa Şampiyonuluğu’nu kutlamaya başlamıştı. Dünya futbol tarihine geçen maç için Macnhester’lı bir taraftar “hayatımın en kötü 90 dakikasının üzerine en güzel 3 dakikasıydı” derken, Bayern Münih’li Effenberg ise “Futbol bu kadar gaddar olabilir mi.?” diye isyan etmektedir. Manchester United’ın bu seneki ŞL şampiyonluğunu da benzer bir zalimlikle anabiliriz heralde. Kişisel olarak Manchester United’ı da Chelsea’yi de sevmem (You’ll never wall alone diyeyim, siz anlayın) ama penaltılarda ayağı kayan John Terry olmamalıydı. Her neyse, yeniden Nou Camp’a dönersek, Peter Schmeichel’ın bir efsane hâline geldiği Manchester United’daki son maçında Şampiyonlar Ligi kupasını kaptan olarak kaldırdığını görüyoruz.
Manchester United taraftarları hayatlarının en unutulmaz dönemini geçirdikten birkaç hafta sonra bu defa üzüleceklerdir. Çünkü Schmeichel, onları bırakıp Portekiz gibi önemsiz bir lige trasnfer olmuştur. Neden olduğunu anlamak için kalecinin mükemmeliyetçi yapısını hatırlamak gerekir. Artık yaşı 35’e gelen Schmeichel, yılda 60 maç oynaması gereken İngiltere’de eski formunu koruyamayacağından endişe etmiştir ve çok daha az maç oynayacağı Sporting Lizbon’u tercih etmiştir. İki yıl kalesini koruyacağı bu takımla ilk yıl Portekiz Ligi’ni kazanarak, şampiyonluklarla dolu kariyerine bir sayfa daha ekler. Ama heralde ismini hâlen İngiliz futbol tarihine yeterince kazıyamadığını düşünmüştür ki, 2001-02 sezonu için Aston Villa’ya geçerek adaya geri döner. 20 Ekim 2001’de bir Premier lig maçında gol atan ilk kaleci olarak tarihe geçer ama bu sezonun sonu muhteşem kariyerindeki belki de tek falsodur. Schmeichel’ın kontratında, oynayabilecek durumda olduğu sürece her maç sahaya çıkmasını öngören bir madde vardır ve peş peşe gelen birkaç kötü maç sonrasında takım yedek kaleciyi oynatabilmek için Schmeichel’ın sözleşmesini feshetmek zorunda kalır. Dev kaleci yeşil sahalardaki son sezonunda ise Manchester şehrine geri dönecek ancak bu defa şehrin daha göz ardında kalan takımı City’nin formasını giyecektir. Burada ilginç bir not düşmek gerekiyor; Schmeichel, ister United ister City formasını giydiği Manchester derbilerinde hiç yenilgi yüzü görmez.
Schmeichel’ın milli takım kariyeri ise 1992 Avrupa Şampiyonluğu dışında, muhteşem klüp kariyerine kıyasla sönük sayılabilir. İlk defa Mayıs 1987’de giydiği milli takım formasını tam 128 defa daha sırtına geçirerek, bugün de süren ülke rekorunun sahibi olmuştur hatta Euro 2000 hazırlık maçında Belçika’ya penaltından bir de gol atmıştır.Danimarka, şampiyon olduğu Euro 92’dışında 1988, 1996 ve 2000’de de Avrupa Şampiyonası’na katılır ancak bunların hiçbirinde ilk turu geçemez. Hatta Schmeichel’ın uluslararası alanda son defa boy göstediği Euro 2000’de Fransa, Hollanda ve Çek Cumhuriyeti’nin bulunduğu grupta gol bile atamadan, 3 mağlubiyetle sonuncu sırayı alır. Schmeichel Dünya Kupaları’nda ise sadece bir kez oynayabilir ve 1998’de Danimarka, önce Fransa’nın ardından ikinci tura çıkar ve burada kupanın sürprizlerinden Nijerya’nın façasını bozduktan sonra çeyrek finalde Brezilya’ya 3-2 yenilir. Kimbilir belki de Danimarka’nın 80’lerin ortasındaki kadrosuna Schmeichel yetişebilseydi birkaç başarıdan daha bahsedebilirdik.
Schemichel, futbolu bırakmasından sonra ortalıktan kaybolmaz. Aktif olarak futbol oynarken 1999 yılında satın aldığı çocukluk takımı Hivdovre’yi 2002 yılında elinden çıkarır ve o günden bu yana BBC ve Danimarka televizyonlarının aranan yorumcuları arasındadır. 2007 yılında ise, Brondby’yi satın almak için teklif veren bir grup yatırımcının içerisindedir ve takımın sportif direktörlüğüne getirilmesi planlanmaktadır ancak bu girişim, Brondby’nin teklifin süresinin dolmasından önce cevap verememesinden dolayı başarısız olur.
Bu siteye takılan herkesin bildiği gibi Premier Lig’de bugün ikinci nesil Schmeichel sahalardadır. Oğlu Kaspar’ın ilk maçını tribünden izleyen Peter, maçtan sonra çok heyecanlanmadığını ama fazlasıyla gururlandığını söylemiş. Kaspar’ın işi gerçekten zor. Üzerinde sürekli olarak efsane bir kalecinin gölgesi olacak ama benim izlediğim kadarıyla kumaşı oldukça iyi. Nitekim İngilizler adamı kapmak istemiş ama o sadece Danimarka formasını giyeceğini söylemiş.
Schmeichel bizim yazılara konu olan 20. yy’ın en iyi kalecileri arasında 7. sıradadır ancak 2001 yılında Reuters’in anketine katılan 200,000 kişi onu gelmiş geçmiş en iyi olarak seçmiştir. Tabi burada eskiye hürmet etmeyi pek seven bendeniz burada “geriye dönük hatırlama hatası”na atıf yapmak istiyorum. İnsanlar en yeni geçmişi daha iyi hatırlar ayrıca 200,000 gibi bir rakamın büyük ihtimalle internette sağlandığını düşünüyorum ki eski efsanelere oy verebilecek dedelerin ne kadarı internete giriyodur o da ayrı konu. Ama tabi burda Schmeichel’ı küçümsediğim düşünülmesin. O kesinlikle 1990’ların en büyüğüydü ve kalecilik mesleğini 21. yüzyıla taşıyan isimlerden başında geliyordu. Adam İngiliz futboluna katkıları nedeniyle 2000 yılında Kraliyet Nişanı almış, ben daha ne diyebilirim ki...!?
Dört aya yakın bir aradan sonra deyim yerindeyse kurtlarımı döktüm ve gene uzuuuuun bir yazı oldu. Bir daha ki sefere şu Peter Shilton’ı yazayım da kurtulayım diyorum.....
2 yorum:
yazının başında bahsi geçen "son dakika" tarihi için söyle bir bilgi buldum: wikipedia, yugoslavya'nın BM'nin 757 nolu resolution'ı sonrasında turnuvadan ihraç edildiğini yazıyor. ilgili resolution'ın tarihi 30 mayıs. turnuvanın başlangıç tarihi 10 haziran.
eyvallah patron..
Yorum Gönder