İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

7.10.2013

Liverpool


Her ne kadar Liverpool ve Manchester iki kuzey sanayi şehri olarak birlikte anılsalar da Liverpool tren garından çıkar çıkmaz Manchester'dan çok farklı bir yere geldiğimi anladım. Manchester tren garının çıkışındaki ıssızlıktan kaynaklanan "nereye geldim lan ben?" hissiyatı yerine halen daha ne olduğunu öğrenemediğim görkemli bir 19. yüzyıl binası ve hafiften cumartesi gecesi havasına girmeye başlayan publar ile beni karşıladı Liverpool.

Mersey nehrinin taşıdığı rüzgar 13 derecelik gece sıcaklığı 8 derece hissetmeme sebep oluyordu. Ağustos ayında üzerimde kalın bir montla gezerken kadınların birbiriyle rekabetle giyim standartlarını lüzumsuz yere yükselterek bu soğukta açık ayakkabılar, straplez bluzlar giymelerine hiç anlam veremedim. Liverpool'da cumartesi gecesi barlar sokağı gayet keyifliydi ama ertesi günkü Liverpool- United maçını düşünerek fazla uzatmadan otelin yolunu tuttum.

2 sene önce Londra'da bir derbiyi, Arsenal - Tottenham maçını 3D pubta izlemiştim. Bir kez daha bu deneyimi yaşayacak bir bar umuyordum ama ne yazık ki sky'ın internet sitesi güncel değildi ve tarif ettiği bar  her ne kadar çok güzel bir spor bar olsa da 3D özelliğini bu yıl yenilememişti. Artık kahvaltı etmemiş olmanın asabiyet ile daha fazla dolaşmaya mecalim yoktu ve bara oturup Real Madrid - Athletic Bilbao maçı eşliğinde kahvaltı ettim. 1 saat sonra maç başlayıp daha 4. dakikada Sturridge'in golü gelince ortamın neşesine ayak uydurarak bir ale bira aldım. Sanırım 3. günde yeteri kadar İngiltere'ye uyum sağladım. Daha sabah uyandığımda otel lobisinden akşam Liverpool'dan ayrılana kadar sokaklar hep kırmızı formalılar ile doluydu.

Maç sonrasında Liverpool'da gezecek ve görecek yer sayısı çok daha fazlaydı. Herşeyin başında "İngiltere'nin dünyaya hükmettiği 19. yüzyılın önemli ticaret limanı olması" sebebiyle Liverpool limanı ve bu limanla ilgili 19. yüzyıl binaları UNESCO Dünya Mirası listesine alınmış.

Bu tarihi yapıyı anlamak için en güzeli Albert Dock'taki denizcilik müzesini ziyaret etmek. Aynı Manchester gibi Liverpool'un da nüfusu 1760'da 20 bin iken bu sayı 100 yıl sonra 450 bine yükseliyor. Liverpool merkezli olarak şu şekilde bir ticaret üçgeni kurulmuş: İngiltere'de fabrikalarda üretilen mallar satılmak üzere Afrika'daki sömürgelere götürülüyor, oradan gemilere kaçırılan köleler yüklenip Amerika'ya taşınıyorlar. Amerika'dan da ham maddeler alınıp tekrar İngiltere'ye getiriliyor.

Gerçekten de UNESCO koruması altına alınan  görkemli binalardan birisi bu köle ticaretini yöneten bir merkez. Liverpool'da köle ticareti ile ilgili bir müze var. Amerikan'ın keşfinden sonra tam 12 milyon kişi kaçırılarak köleleştirilmiş ve Amerika'ya götürülmüş.

Manchester'daki gibi burada da müzeler en çok çocuklara yönelik bir şekilde halk için yapılmış. Müzeler ücretsiz. Belki de bu yüzdendir ki maddi çıkar amacı görülmediği için müzelerin çalışma saati çok kısa. Sabah 10'da açılan müzeler 17.30'da kapanıyor.

Halk müzeleri kapandıktan sonra soluğu Beatles müzesinde alıyorum. Dünya müziğini değiştiren Liverpoollu bu dört gencin sahne aldıkları pub, 80lerde yol inşası sebebiyle yıkılmış. Bu sebeple her ne kadar "işte Beatles burada çaldı" gibi olmasa da benim gibi Beatles hakkında fazla bilgisi olmayanlar için gayet faydalı bir müze.

Son olarak güzel bir pubda ale bira eşliğinde akşam yemeği yiyorum. Birayı bu kadar seven bir ülkenin Almanya ya da Çek Cumhuriyeti gibi dünyaca tanınan bir bira markasının olmaması ilginç. Belki de bunun sebebi dünya genelinde pilsner tarzı bira daha çok tüketilirken burada ale biranın daha çok tercih ediliyor olmasıdır.

Bir tatil daha bu şekilde sona ererken bir sonraki durağım çok daha sıcak bir yere İsrail'e olacak. 

Hiç yorum yok: