Leicester’ın
şampiyonluğu bu yılın hatta bir önceki yazımda değindiğim gibi spor tarihinin
en büyük sürprizi olabilir ama sezonu yakından takip eden herhangi birine
sorarsanız bu yılın en heyecan verici ve kaliteli futbolunu oynayan takımı için
Kuzey Londra’nın mavi beyazlı ekibini göstereceklerdir. Ve esasında daha yeni
başlıyoruz.
Önce hikayeyi 2
sezon önceye saralım. Tottenham Gareth Bale’i tarihin en yüksek bonservis
ücretiile satıp bu paraynın 60 milyon poundunu Paulinho, Capoue, Soldado,
Chircles’e harcayıp sezona Andreas Villas-Boas ile başlamış, sezon ortasında
yol verip sezonu Tim Sherwood ile tamamlamışlardı.
Takım geçtiğimiz
yıla ise Pocchettino’yu getirerek başladı. Bir önceki yıl Southhampton’ı
sekizinci yaparak tarihinin en iyi derecesini yaptırtan ve Clyne, Ward-Prowse,
Lallana, Jay Rodriguez,Schneiderlein, Chambers, Shaw gibi isimleri parlatan
Arjantinli, Tottenham’da da temizlik çalışmalarına başladı.İki sezonda Sandro,
Soldado, Adebayor, Livermore, Holtby, Townsend, Lennon, Livermore ve daha
birçok ismi toplamda 100 milyon pounda satıp, 25 milyon ne transfer karı elde
etti. Bu başlı başına bir olay. Zira Premierleague kulüpleri, yüksek televizyon
gelirleri sayesinde transfer harcamalarında inanılmaz müsrifler. Örneğin City
son 3 sezonda 250 milyon pound harcamasına rağmen bu oyuncuların hiçbiri ilk 11
oyuncusu haline gelemedi ya da küme düşme hattındaki Newcastle sadece bu sezon
80 milyon poundun üzerinde harcadı.
Bu transfer
çalışmalarının ardından Pocchettino aynı Southampton’da olduğu gibi gençleri
takıma monte etti. Geçtiğimiz sezon Harry Kane’i, bu sezon Delle Alli’yi çekip
çıkardı. City, Arsenal gibi takımların sahaya hiçbir İngiliz’in olmadığı
kadrolarla çıkarken, İngiltere milli takımına ilk defa çağrılan son 16
oyuncunun dokuzu Pocchetino’nun öğrencisiydi. Bu yaz Euro 2016 İngiltere ilk
11’inde muhtemelen Walker, Rose, Dier, Alli ve Kane olmak üzere beş
Tottenhamlıyı göreceğiz.
Sezon başlarken
gerçekçi olan herhangi bir Tottenham taraftarı sezona şampiyonluk iddiasıyla
başladığını sanmıyorum. Gerçekçi hedef Şampiyonlar Ligi olabilirdi, ki ben de
ekim ayında sezonu ilk dörtte bitireceklerine dair bahis oynamıştım. Ancak geçen
hafta dediğim gibi herkesin kötü olmasıyla bir anda kendilerini şampiyonluk
yarışında buldular. Şubat ayındaki istatistiğe göre Tottenham mağlup duruma
düştüğü maçlardan 17 puan çıkarmayı başarmıştı. Oynadıkları oyun ligin en ikna edici oyunuydu ve her ne kadar
geriden takip ediyor olsalar da medya tarafından şampiyonluk için en büyük
favori olarak gösterilmeye başladılar. İşte yaş olarak genç olan bu takım mental
olarak bunu kaldıramadı. Önce WBA karşısında 3 tane direkten dönen top sonrası
yenilen beraberlik golünden sonra tüm oyuncularda “naapacaz lan biz?” bakışı
vardı ki daha maçı çevirmek için 15 dakikaya sahiptiler. Chelsea maçındaki
şampiyonluğu resmen kaybetme hazımsızlığı ise daha önce hiçbir Premierleague
takımında rastlamadığım boyuttaydı. Takımdaki dokuz oyuncu sarı kart görürken
bunun üç tanesi 90. Dakikadan sonraydı.
Hugo Lloris
|
29
|
Kyle Walker
|
25
|
Jan Vertonghen
|
28
|
Toby Alderweireld
|
26
|
Danny Rose
|
25
|
Eric Dier
|
21
|
Dele Alli
|
19
|
Erik Lamela
|
23
|
Christian Eriksen
|
23
|
Heung Min Son
|
23
|
Harry Kane
|
22
|
Ne olursa olsun
bu genç takım için ikincilik bile oldukça büyük başarı. Gelecek sezon çok daha
tecrübeli olacaklar, Şampiyonlar Ligi’nde oynayacaklar. Football Manager’da
kalecilerin en olgun zamanlarının 31, savunma oyuncularının 29 yaşında olduğunu
da hesaba katarsak bu ideal kadronun hiçbiri henüz olgunluğa ulaşmadı. Zaten
orta saha ve hücum hattında kimse henüz 23 yaşını geçemedi. Zaten bu gençliğin
avantajıyla sezon ilerledikçe yorulmak bilmediler ve takvimler 2016’ya
döndükten sonra maç başına 117 km ile Premierleague’in en çok koşan takımılar. Bütün bunları düşünürsek Tottenham’ın altın
çağı daha yeni başlıyor ve gelecek yıl yine onları buralarda göreceğimizi
düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder