Ülkece Dünya futbol literatürüne çok bir şey kattığımız söylenemez. Ne bu güzel oyunu biz bulduk, ne adımızla anılan bir oyunu anlayışını rakiplerimize tanıttık. Belki Galatasaray’ın ve onun uzantısı olarak Milli Takımın milenyumun başındaki futboluna haksızlık etmiş oluyoruz ama o ekolün de uzun ömürlü olduğunu ya da teknik direktör ve kadro değişse de bir kimlik olarak varlığını sürdürdüğünü söylemek mümkün olmadığına göre yine de iddiamızın arkasında durabiliriz. Ama bu yazının asıl iddiası şudur: Bu ülke profesyonel anlamda futbola bir yenilik getirmediyse de amatör planda yerkürenin başka hiçbir yerinde bulunamayacak bir zevke ve kültüre sahiptir: Halı saha.
Evet, Brezilya’da plajlar genç yetenekleri dünyanın geri kalanına ithal etmektedir, evet Britanya’nın her yerinde insan çim saha bulabilir, ama hayır, halı saha bunların hepsinden başka bir şeydir. Halı saha genellikle sağlıksızdır, üstelik bizler genellikle ısınmayı sevmediğimizden bu sağlıksızlığa şahsen de katkıda bulunmaktan ayrı bir mutluluk duyar, ertesi gün işte, okulda yani her nerde yaşıyor ve yaşatılıyorsak orada vücudumuzda muhtelif yerlerde sızı hissetmekten özel bir zevk alırız. Plaj, yetenekli genç oyuncuların büyük futbolcu olabilmek yolunda bir basamak niteliğindeyken, halı saha bu harcanmış kabiliyetler yurdunda bir nostalji mekanıdır. İsteseydi futbolcu olması işten bile olmayan ancak iş de işten geçmiş olan bizler her haftanın o belli günü hayallerimizi sahaya çıkartırız, Sergen’de, Hasan Şaş’ta ya da Tuncay’da bizim hakkımız olan bizimdir o bir saat boyunca, o bir saatten sonra baki kalan şişmiş bir bilek olsa da. Ve Baki Mercimek bugün Beşiktaş on birinde direk oynarken bize yine hüsran, bize yine hasrettir.
Halı saha sadece bu oyuna dair hayallerin alını satıldığı borsa mıdır peki? Hayır efendim. Halı saha erkek topluluğunun keskin kurallarla çevrili dünyasında son derece önemli bir simülasyondur. Her hafta maça beraber giden kemik kadro açısından maçın haber verilmesi bir nevi askerlik çağrısıdır; çok geçerli sebepler dışında bakaya kalınması gerçekten ayıptır ve bu geçerli sebepler arasında kız arkadaşla buluşmak yoktur. Maça gelineceği beyan edilmesine rağmen iştirak edilmeyip kalanları 7’ye 6’lı, o anki adrenalinle sağlıklı bir şekilde çözülemeyecek denklemler içinde bırakmaktan bahsetmiyorum bile, bunu yapan bizden değildir. Halı sahaya gelirken yeterince para getirmemek ise –bu konuda ısrarlı olunmadığı taktirde- bence affedilebilir bir durumdur, her şeyden önce ortada bir iyi niyet vardır, arkadaşların satılmaması esas olandır ve küçük yaşta öğrendiğimiz gibi para insanın elinin kiridir. Bütün bu ön şartlar yerine getirildikten sonra sıra sahadaki görevleri ifa etmeye gelir. Her halı saha kadrosunda mutlak var olan oyuncu tipi halı sahanın on numarasıdır. Ekseriyetle hafif bir göbek sahibi ve tıknaz olan bu ağabeylerimiz tekniklerine olan güvenleriyle dikkat çekerler. Gençliklerinde amatör takımlarda oynamış olması kuvvetle muhtemel bu maestrolar oyunun başında herkese tek top oynama uyarısında bulunsalar da kıvrak bileklerine olan güvenin etkisiyle ilk “çalıma kaçan” da genellikle onlar olurlar. Yine de bunların paylaşımcı olan kısmıyla top oynamak gerçekten bir zevktir ve onlar “olum bizim Levent abi incecinin kralı, 1. ligde rahat oynarmış” panellerinin öznesidirler. Bir başka futbolu bilen halı saha oyuncusu tipi –ki ben bunlarla oynamaya bayılırım- hem ayağına hakim hem de defansta libero oynamayı kabul edenlerdir. Nacizane fikrim bu arkadaşların Baresi, Blanc ve Popescu’ya olan zafiyetlerinin Türk halı sahalarına büyük katkıda bulunduğudur. Bunlar dışında halı sahada görev adamları vardır. Onlar için sahada bulunmak mutluluktur, nerede görev verilirse oynamaya hazır bu arkadaşlar oyunun ruhudur. Onlar sayesinde oyun rekabetçi bir hal alır. Ve tabi ki halı sahanın olmazsa olmazı beleşçi forvettir. Bu arkadaşların koşmayarak tüm son vuruşları yapma imtiyazını nasıl kazandığı muammadır. Örneğin ben 15 senedir yan yana top koşturduğum, milyonlarca golünü gördüğüm, bu milyonlarca golün yüz binlercesinin pasını verdiğim Erdem Elvan’ın tüm teknik zafiyetine rağmen oynadığı tüm takımlarda kendini bu şekilde kabul ettirebilmesini, üstelik zaman zaman da takdir edilmesini anlayabilmiş değilim. Bütün bu roller bir yana halı sahanın en sevilen adamı şüphesiz kalecidir. Gönüllü olarak kaleye geçen, hele de iyi kalecilik yapan biri halı saha kadrosunun gözünün nurudur, baş tacıdır. Böyle biri yoksa 60:7=8.57 dakikalık çile başlar. Takdir edersiniz ki 8.57 dakikanın tam olarak ne kadar bir süreye denk geldiği doktrinde tartışmalı bir konudur, dolayısıyla herkes uzman görüşünü 8 dakika olarak kullanır ve olan son kaleciye olur. Ben her zaman ilk kaleciyi olmayı tercih ederim, cezamı çeker, hızlı adımlarla sahadaki yerimi almaya koşarım.
Halı saha bilimsel açıdan da son derece öğreticidir. Öğrenim hayatının çeşitli aşamalarında gösterilen algıda seçicilik, zamanın göreceliliği gibi kavramları en iyi halı sahada anlar insan. Halı sahaya çıkan her topçu maç boyunca yaptığı bütün hareketleri hatırlar, verdiği mükemmel topuk paslarının herkes tarafından hatırlanmasını bekler. Oysaki herkes aynı durumdadır, bu yüzden genellikle kimse kimseyi takdir etmez. İşte bu olayın adı psikolojide algıda seçiciliktir. Zamanın göreceliliğini ise 10 dakikada ciğerleri dışarı çıkma ya da en azından kusma suretiyle fazlalıkları atma talebinde bulunan bir sigara tiryakisine sorun. Muhtemelen iki gündür koşmakta olduğunu söyleyecektir. Ve isterim ki herkes bir halı saha maçını kameradan seyretsin. Benim böyle bir şansım oldu, Premier League temposunda oynandığına inandığım maçı sanırım bana ağır çekimde izlettiler. Ya da maç benim düşündüğümden biraz daha yavaş oynanmış olabilir...
İlk halı saha maçımı hatırlıyorum. Beton zemin üzerine kelime anlamıyla serilmiş yeşil bir halı –belki de çuha- üzerinde oynamıştım. Şimdi halı saha teknolojileri gelişti, yapay çim üzerinde skorboardlu sahalarda gösterebiliyoruz hünerlerimizi. Sahalar da değişse, oynayanlar da değişse maçın sonu hala seviyeli spor yorumcusu Ömer Üründül üstadımızın çıkışıyla aynı: Hani tek top oynayacaktık lan şerefsizler!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder