Kendisi için zamanın asilerinden Cantona’nın “Rooney’nin futbolunu seviyorum ama açıkçası biraz endişeliyim. 25-26 yaşına geldiğinde dünyanın en iyi futbolcusu olabilecek yeteneğe sahip olmasına rağmen beni endişelendiren bazı özellikleri var. Bir futbolcu çok çalışmalı, erken yatmalı, yediklerine ve içtiklerine dikkat etmeli. Kısacası hayatta ne yaptığının farkında olmalı.” dediği Rooney, şu an 22 yaşında. Ne artık uslandığı iddia edilebilir, ne de dünyanın en iyisi olduğu. Ancak 23 golle tamamladığı geçtiğimiz sezonun ardından, bu sezon 7 maçta attığı 8 golle fileleri havalandırmaya, İngiliz futbolunun kendini kurtarma çabası olarak ürettiği reklâm kahramanlarından biri olmadığını kanıtlamak istercesine devam ediyor.
Wayne Mark Rooney, 24 Ekim 1985’te Liverpool’da doğdu. Kasabadaki bir okulda çalışan Jeanette ve boksörlük yapan Wayne Rooney çiftinin üç oğlundan en büyüğü olan Wayne, çocukluğunu Liverpool’un doğusundaki kırsal yerleşim merkezlerinden Croxteth’te bulunan üç yatak odalı bir evde geçirdi. Wayne’in futboldaki başarılarının ardından yöre halkı bu eve, diğer evlerden hiçbir farkı olmamasına rağmen “Büyük Beyaz Ev” adını takmış. Büyük beyaz evdeki odasının camını Everton flamalarıyla dolduran; ahşap kısmını ise kazıyarak “WR, Rooney E.F.C.” yazan küçük Wayne’in büyük hayalleri, kasabadaki diğer çocuklarınkinden pek de farklı değildi. Henüz 9 yaşındayken tüm kasaba halkını oynadığı futbolla kendine hayran bırakan Wayne, Walton and Kirkdale Junior League’de Copplehouse adına top koştururken, Everton’ın keşif kolu Bob Pendleton tarafından fark edildi. Böylece ardında 99 gol bırakarak Copplehouse’dan ayrıldı ve rüyalarını süsleyen Mavi Akademi’ye ilk adımını attı.
Her geçen gün yeteneğine teknik katan Rooney, daha 15 yaşındayken Everton’ın 19 yaş altı takımında oynuyordu. 2002 Youth Cup’ta, attığı 8 golle, Everton genç takımının finale yükselmesine büyük katkıda bulunan genç oyuncunun artık Premiership’te oynama zamanı gelmişti. 2002-2003 sezonunun açılış maçında, 18 numaralı formasıyla Tottenham’a karşı sahaya çıktığında henüz 16 yaşındaydı.
19 Ekim 2002 tarihli, Everton’ın Arsenali 2-1 mağlup ettiği maçta, yüce tanrının “Yürü ya kulum!” dediği 16’lık Rooney, Everton’ın 2.golünü atarak, hem Arsenal’in 30 maçlık yenilmezlik serisine son verdi, hem de Premier Lig’in en genç golcüsü unvanını aldı ve attığı bu gol kendisine, ITV tarafından verilen “Ayın Golü” ödülünü kazandırdı. Kasım ayında bir ilke daha imza atan Rooney, sonradan girdiği Leeds United-Everton maçının 80. dakikasında, iki defans oyuncusunu geçerek topu uzak köşeye gönderdi ve böylece Everton’ın Elland Road’daki 51 yıllık kötü talihini yenmiş oldu.
Doğduğu günden beri desteklediği ve 9 yaşından beri de formasını giydiği Everton takımıyla ilk profesyonel sözleşmesini Ocak 2003’te imzalayan Rooney ile ilgili transfer haberleri, kendisini tüm dünyaya tanıttığı ve ayrıca ayağını da sakatladığı 2004 Avrupa Şampiyonası’nın ardından yayılmaya başladı. Ancak Everton yöneticileri, Rooney’nin satılmasının mı, yoksa satılmamasının mı kulüp adına daha iyi olacağına karar veremiyorlardı. Ya satılıp artan borçlar temizlenmeliydi; ya da satılmamalı, kendi buldukları bu yetenek kimseye kaptırılmamalıydı.
En sonunda Rooney, 31 Ağustos 2004’te, yani transfer döneminin son günü, rüya takımından ayrılarak 30 milyon £ karşılığında Manchester United’la anlaştı ve uzun süren gereksiz tartışmalar da böylece başlamış oldu. Herkesin kafasında Manchester United’ın bu kadar genç ve henüz kendini kanıtlayamamış bir oyuncuyu neden aldığıyla ilgili sorular vardı. Belki Rooney, sürekli star yaratma davasında olan United’ın yeni gözdesiydi; belki de yaşlı United’ı gençleştirme çalışmalarının bir parçasıydı. Yoksa United bu adamı kullanmak için değil de, başka bir takımın alıp kullanmasına engel olmak için mi almıştı? Ne de olsa United’ın elinde Nistelrooy gibi, Saha gibi, Alan Smith gibi, Cristiano Ronaldo gibi golcüler vardı. Gün itibariyle bu futbolcuların hiçbiri rüzgâr gibi esip geçmeseler de, onlar da büyük umutlar bağlanarak alınmışlardı ve geldikleri takımların gözde golcüleriydiler. Tek ihtiyaçları, takıma her anlamıyla alışmaları ve bazılarının sakatlıklarının geçmesi için zamandı. Böyle bir durumda ekstra bir forvet yerine, gerçekten ihtiyaç duyulan bir pozisyona adam alınabilirdi. Belki de Ferguson, Rooney transferiyle kulübün son birkaç yılda yaşadığı düşüşü ve taraftarın mutsuzluğunu unutturmak istiyordu. Ve son olarak belki de takımın bu adama gerçekten ihtiyacı vardı.
Her ne nedenle alınmış olursa olsun, Rooney United’a gelmiş olmaktan pişmanlık duymadığını yineliyor ve ekliyordu: “Evet, Everton’dan ayrılmak benim için çok zor oldu çünkü Everton’ın bir futbolcusu olmamın dışında, koyu da bir taraftarıyım. Ancak bazı kulüpler vardır; tekliflerini geri çeviremezsiniz. Manchester United da bu kulüplerden biri. Böyle bir kulübe katılmaktan ancak mutluluk duyabilirsiniz.”
Everton’da profesyonel sözleşmesini imzalamadan önce haftada yaklaşık 100 £’a oynayarken, şimdi haftada yaklaşık 13.000 £’a oynayan Rooney, Manchester United’da 8 numaralı formayı ilk defa bir Şampiyonlar Ligi maçında, İstanbul’da giydi. Fenerbahçe’ye attığı 3 gol sonrasında kimilerince “Fahri Galatasaraylı”, kimilerince “Fahri Beşiktaşlı” ilan edildi. Kimisi “Bunda teknik yok; Allah ne verdiyse gidiyor” yorumlarını hak etmediğini ispatladığını iddia etti; kimisi ise iyi oynadıysa bile, davranışlarına olan nefretinden dolayı bunu bir türlü göremediğini söyledi.
Fenerbahçe’ye attığı 3 golle başladığı kırmızı şovuna, toplamda 67 golle devam eden Rooney’nin bu formayı kaptırmaya niyeti yok gibi duruyor. Kasım’ın başında bir antrenmanda sakatlanan Rooney, Aralık’ta sahalara döndüğünde başarıya her zamankinden daha odaklı olacağını şu sözlerle ifade ediyor: “Her sezona hedeflerinizi belirleyerek başlarsınız. Biz her zaman en önemli turnuvalarda ilerleyebileceğimiz kadar ilerlemeyi ve başarabiliyorsak lider olmayı hedefleriz. Bu sezona da aynı hedeflerle başladık. Sakatlıktan çıktıktan sonra United’ı, Premier Lig’in ve tabii ki Şampiyonlar Ligi’nin zirvesine çıkartmak için elimden ne geliyorsa yapmaya devam edeceğim.”
Yeşil sahalarda yaptıklarının dışında, özel hayatında yaptıklarıyla da bir hayli gündemi meşgul eden Rooney’nin, fotoğrafları magazinlerden düşmeyen bir de nişanlısı var. Ortaokuldan beri çıktığı, 18 yaşından beri nişanlı olduğu ve tüm masraflarını karşılamanın yanı sıra bir de şarkıcılık eğitimi aldırdığı Colleen McCloughlin’le ilgili çıkmış birkaç haber şöyle: “Rooney’nin ‘yine’ geneleve giderken yakalanması üzerine Colleen, bilmem kaç bin poundluk nişan yüzüğünü sokağın ortasına fırlattı ve yüzük kayboldu. Kaybolan yüzüğü bulmaya çalışan yüzlerce insan arasında Wayne’in de olduğu iddia ediliyor.”, “Wayne, Colleen’in doğum gününü kutlamak için gittikleri bir barda tartışmaya başladığı nişanlısını üç kez tokatladı. Rio Ferdinand ve Roy Carroll ikiliyi zor ayırdı.”, “Colleen, Wayne’in dört farklı doğum günü partisi için seçtiği birbirinden şık dört farklı elbiseyle, nişanlısını utandırmadı.”…
Özel hayatında ne yaparsa yapsın, yeşil sahalarda yeteneğiyle güzelleşebilen Rooney’nin, son olarak Cantona’ya cevabı ise şöyle: “Ben futbola aşığım ve her futbola aşık insan gibi kaybetmekten nefret ediyorum. İnsanlar ne zaman endişelenmeli biliyor musunuz? Ben işlerin iyi gitmediğini düşünerek hayal kırıklığı yaşamadığım ve kendimce bir şeyler yapmaya çalışmadığım zaman.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder