Yaklaşık bir hafta kadar sürekli Fransızca konuştuktan sonra, Kyle'ın "tamam artık, İngilizce konuş" telkinleri ile karşılaşıyorum. Zira Quebec'ten çıktıktan sonra kimse Fransızca bilmiyor.
İstikametimiz Toronto'nun metropolitan nüfusu 5 milyon. Hatta Niagara Şelalelerine kadar kesintisiz devam eden hilal şeklindeki yerleşimi göz önüne alırsak bölgenin nüfusu tüm Kanada nüfusu'nun dörtte biri olan 8 milyon'a ulaşıyor. Bu haliyle, bir İstanbullu olarak bile rahatlıkla söyleyebilirim ki çok ciddi trafik problemleri var. Bu yüzden şehir içine ulaşmak için en mantıklı yol, arabayı istasyonlarındaki devasa -ama buna rağmen tıklım tıklım dolu- otoparklara bırakıp trene atlamak.
Dünyanın en fazla yabancı ülkede doğmuş insanın yaşadığı şehir, ülkenin finans merkezi ve gökdelenleri ile Levent - Maslak hattının birkaç kat büyük halini andırıyor. Şehirde öyle tarih falan yok zaten. Belki de yapılacak en keyifli şey hayvanat bahçesine gitmek. Toronto hayvanat bahçesi dünyadaki sayılı bahçelerden birisi. Kutup ayısından, kanguruya; pandadan, zürafaya hatta türkçe karşılıkları olmayan birçok hayvana burada rastlayabilirsiniz. Şehir merkezindeki CN tower, Toronto'nun ikonik yapılarından belki de en önemlisi. Kulenin, dünya mimarlık tarihinde neden önemli bir yere sahip olduğunu ve şu an hiçbirini hatırlamadığım bilgileri kuleye çıkarken veriyorlar. Bu tip şehre panoromik 360 derece görüntü sağlayan kuleleri dünyanın bütün büyük şehirlerinde bulabilirsiniz. Buraya özgü bir deneyim sağlayan ise cam zeminli alan. Yerden birkaç yüz metre yükseklikte bu cam zemine çıkınca gözünüz ile orta kulağınız, beyine değişik sinyaller gönderip beyni aptala çevirince bir denge kaybı yaşıyorsunuz.
Maçları bitirip demlendikten sonra soluğu Air Canada Center'da alıyoruz. Ne yazık daha sezon öncesi maçları oynanıyor ama yapacak bir şey yok. Buraya kadar gelmişken bu şansı tepemem. Zaten NBA normal sezonunun aldığı hali düşünürsek sezon öncesi ile sezon maçları arasında da pek fark bulunmuyor. Kadrosu ve rotasyonu şekillenmeyen Raptors'ın oyuncuları kendilerini göstermek için epey kasarken Grizzlies oyuncuları maçı iplemeyince daha dördüncü çeyrek başında 40 farkı görüyoruz.
Dedim ya yapacak pek fazla ilginç bir şey yok, ertesi gün soluğu şehrin merkezindeki butik bir bira evinde alıyoruz. Biranın nasıl hazırlandığını anlatan turu tamamladıktan sonra daha keyifli kısma, bara geçiyoruz. Daha 9 dakika önce şişelenmiş taze biralar ile demlenirken arka fonumuzda Swansea'nin UEFA kupası maçı var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder