Yaklaşık 1 saatlik tren yolculuğunun ardından Bologna’dan
Ravenna’ya vardığımızda hava artık iyice kararmış ve soğumuş vaziyette. Ravenna
çok daha ufak bir şehir olduğu için hem konaklama hem de yemek daha ucuz.
Ama ufak olduğu için de birçok
restaurant açılmamış durumda.
Ertesi sabah erkenden uyanıp Ravenna’nın sokaklarını
arşınlamaya başlıyoruz. 402 yılında Milano, Vizigotlar tarafından işgal
edilince çevresi dağlık ve bataklık, savunması kolay olur öngörüsüyle Batı Roma
İmparatorluğu’nun başkenti bu ufak şehre taşınıyor. Yine de 476’da bu defa
Ostragotlar bu şehri işgal ediyor. 50 yıl sonrasında ise Bizanslılar şehri geri
alıyorlar. İşte bu 150 yıllık süreçte Batı Romalılar, Ostragotlar ve
Bizanslılar tarafından inşa edilen 8 tane abide bugün UNESCO dünya mirası
korumasında. Bunlardan bir iki tanesi
ücretsiz. Diğerlerini de alınan tek bir bilet ile geziyoruz. Nasıl ki kiliseler camiye çevriliyorsa,
burada da görebileceğiniz üzere hamamları, vaftizhanelere çevirmişler.
Şehirde görülmesi gereken yerlerin hemen hepsi birbirine
yakın, yürüme mesafesindeler. Sabah erken olduğu için kalabalık da olmadığından
yaklaşık 3 saatte gezilmesi gereken yerleri tamamlıyoruz ve öğlen treni ile
Verona’ya doğru yola çıkıyoruz.
Verona bu gezdiğimiz iki şehre göre çok daha turistik,
hatta klasik İtalya tur güzargahında olduğu için zaten genelde uğranılan bir
şehir. Bugün halen daha birçok Avrupa şehrine tren seferi olan Verona, Roma
döneminde de geçiş yolları üzerinde olduğu için fazlasıyla gelişmiş ve yatırım
yapılmış, sonrasında da bunları güzel bir şekilde korumayı başarmış bir şehir.
Bu sebeple bir iki anıt ile değil, şehir komple UNESCO koruması altına alınmış.
Tren istasyonu da bu yüzden tam şehrin merkezinde yer almıyor. Daha tren
istasyonundayken 15 euro verip Verona Card almak bu açıdan oldukça mantıklı.
Böylelikle hem bütün görülüp gezilmesi gereken yerlere giriş hakkı elde
ediyourz hem de şehir içi ulaşımı kullanabiliyoruz.
Yaklaşık 10 dakikalık bir otobüs yolculuğu sonrası şehre
vardık. Eşyaları bırakır bırakmaz kendimizi sokaklara attık. Bir kış günü
olmasına karşılık dediğim gibi Verona turistik bir şehir ve bu sayede turistik
alanlar akşam 7’e kadar açık.
Gezmeye Piazza Erbe’den başlıyoruz. Burası Roma döneminde
forum işlevindeymiş. Halen daha turistik incik boncukların satıldığı tezgahlar
kuruluyor. Meydanda üzerinde saatin bulunduğu, Verona’nın en yüksek kulesi olan
Lamberti kulesi yer alıyor. İsteyen 238 basamak çıkarak tırmanabilir. Biz pas
geçiyoruz.
Meydanında devamındaki Via Mazzin şehrin alışveriş
caddesi. Armani’den Gucci’ye İtalya’nın bütün önemli markalarının mağazaları
sağlı sollu sıralanıyor. Bu popüler caddede yürümek ise Zincirlikuyu’dan
metrobüse binmeye benziyor.
Caddenin sonu Piazza Bra’ya çıkıyor. Her turistik meydan
gibi burası da tamamen turistik restoranlar ile çevrelenmiş. Ancak meydanın
esas assolisti ise Verona Arena’sına ait. 30 (yazıyla otuz) yılında inşa edilan
arena bugün halen daha asli görevi olan eğelence merkezi olarak işlev görmeye
devam ediyor ve her yaz operalarda 500 bin kişiyi ağırlıyor.
Günü sonlandırmadan önce nehir kenarındaki
Castelvecchio’ya gidiyoruz. Burası 14. Yüzyılda yapılmış bir kale. Kalenin ana
binası şu anda müze olarak kullanılıyor. İçinde pek bir şey yok. Eğer Verona
Card’ınız yoksa para vermeye değmez. En nihayetinde bir trattoria’da geceyi
sonlandırıyoruz.
Ertesi sabah ilk işimiz Jülyet’in evine misafirliğe
gitmek oluyor. Shakespeare’in Romeo ve Jülyet’i Verona’da geçiyor ve 1968
yılında çekilen filmde kullanılan ev bugün, aynen bizim Arap turistlere
yaptığımız dizilerin çekildiği konak turlarında olduğu gibi, turistik amaçlı
kullanlıyor. Şu yanda gördüğünüz de Jülyet’in “Romeo, Romeo nerdesin Romeo?” diye seslendiği balkon.
Şehrin kuzeyinde yine Verona Card ile girilebilecek, çok
güzel dekore edilmiş iki katedral ve köprünün hemen karşısında Roma tiyatrosu
bulunuyor. Buraları da kısaca gezdikten sonra esas noktaya, trenle 1 saat
mesafedeki Venedik’e doğru yola çıkıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder