Askerdeyken izne çıktığımda sabah 10’da birane sahibiyle
birlikte kepenkleri açar o kahvaltısını eder ben ise demlenmeye başlardım.
Hayatımda bir daha da bu kadar erken saatte alkol almamışımdır. Her şey dahil
otellerin bokunu çıkarmak için sabah kahvaltısında içmeye başlayan görgüsüz
Ruslara şahit olmuştum ama bir tren istasyonunda altlık babında bir güruhun
yaptığını görmek apayrı bir deneyim. Kareli gömlekli, deri pantolonlu erkekler
ve göğüs çatalını açıkta bırakan driendl adlı elbiseleriyle kadınlar sabahın
10’unda bira içmeye gitmek için treni beklerken boş durmuyorlar ve çoktan altık
yapmaya başlıyorlardı. – ki bu benim anca uyanıp, kahvaltı edip sonrasında
trene bindiğim saatti. Festival alanında bira servisinin zaten 10’da
başladığını düşünürsek, birkaç saat öncesinden bunu halihazırda yapmış başka
bir güruh da pekala olabilir. –
Daha önce sanırım Madrid yazımda da belirttiğim gibi
gezip-görme kültürü artık çoğunlukla deneyim yaşamaya endekslendi. Dünyanın en büyük bira festivali Oktoberfest’in 2015’in kurban bayramına denk
geleceğini ta 2013’te fark etmiş, bu yılın şubat ayında otel rezervasyonumuzu
yaptırmıştım bile. Zira bu 2 haftalık süreç bütün yıl Münih’in en yoğun olduğu
dönem ve oteller normal zamanın 3 katı civarlarda fiyat çekip geceliği yaklaşık 180 –
200 avro arasında değişiyor. Bu sebeple biz konaklamamızı Münih’e trenle 40
dakika mesafedeki Augsburg’da geceliği ortalama 70 avrodan ayarladık. Kahvaltı
bile olmadığını düşünürsek esasında bu bile pahalı bir fiyat. Ulaşım için benim
bulabildiğim en iyi seçenek günlük Bavyera biletleri. Bir kişi günlük 23 avro
ile başlayıp sonra her bir kişi için 5 avro ödüyorsunuz. Yani örneğin 2 kişinin
fiyatı 28 avro oluyor, bir başka deyişle kişi başı fiyat 14 avroya düşüyor. Eğer
daha kalabalıksanız çok daha az oluyor. Bu biletle bütün bir gün boyunca hızlı
trenler hariç trenler, S-bahn ve metroya binebiliyorsunuz. Tek yön normal tren
biletlerinin 15-20 avrolarda gezindiğini düşünürsek bu Bavyera biletleri baya hesaplı
oluyor. Şehir içi tren ve metroda
rast gelmese de şehirler arası trenlerde sürekli kontrol var, kaçak binmeyi
denemeyin.
Bayramın ilk günü sabahı Münih’e varıp Can Özenç ve kardeşi
Deniz ile Münih belediye binasının da bulunduğu meydan olan Marienplatz’da
buluşuyoruz. Meydanda aşağı yukarı
dolanan herkeste bu klasik Oktoberfest kıyafetleri var. Yani öyle gazetede
gördüğünüz fotoğraftaki geleneksel kıyafetli insanlar tek tük değil. Daha tren
istasyonundayken karşılaştığımız işportacılardan, büyük mağazalara kadar bu
kıyafetler satılıyor. Sektör büyük anlayacağınız. Kadın driendlları 40 avro
gibi fiyatlardan başlıyor. Erkeklerin pantolonları deri olduğu için 70 avrodan
daha düşük fiyata pantolon yok. Erkekler bütün gün içip kafayı bulunca olur da
bira bardaklarını devirirlerse pantolonları ıslanmasın, bira pantolondan kayıp
gitsin diye bu pantolonları deriden yapıyorlarmış. İstanbul’dan getirdiğim
kareli gömlek, pantolon askısı, ve yeşil/kahve rengi arası normal pantolonum
ile ucundan bucağından kıyafetlere yaklaşmaya çalışıyorum.
Münih’in şehir merkezinde pek fazla bir şey yok. Belediye
binası, birkaç kilise, şehir kapısı, vb. çok da olmazsa olmaz yerleri
gördüğümüzde saat 13.30’du. Artık 30’una gelmiş bizler uzun uzadıya bu kadar
içemeyeceğimizi düşünerek soluğu Olimpiyat Park’ında alıyoruz. Ülkede spor
kültürü olunca 1972 Olimpiyatları için yapılan bu tesisler halen daha aktif bir
şekilde kullanılabiliyor. Örneğin Mark Spitz’in zamanında şov yaptığı havuz
bugün aylık üyelik sistemi ile kullanılıyor. Biz gittiğimizde içeride insanlar
yüzüyordu. Ya da sporcuların konaklaması için yapılan olimpiyat köyü bugün
üniversite öğrencilerine devlet yurdu işlevini görüyor. Burada mimarlık
öğrencisi olan Deniz bize buradaki binaların mimarileri hakkında bilgiler
veriyor. Ne demişler: Onlar konuşur, Almanlar yapar! En önemlisini en sona
saklıyoruz ve Alienz Arena yapılana kadar Bayern ve milli takımın maçlarına
ev sahipliği yapan Olimpiyat stadına geçiyoruz. Stadın mimarisi son derece
değişik. Tribünleri Aspendos gibi bir tepenin yamacına kurulmuş ve stada girip
yukarıya çıkmıyorsunuz tam tersine aşağı iniyorsunuz. Gönül isterdi ki
yanımızda bir futbol atkımız olsun, hatıra fotoğrafını onunla çektirelim ama
olmayınca Deniz’in fuları ile idare ediyoruz.
Saat 15.30 oldu ve artık bira içmek için hazırız. Metro bizi
doğrudan festival alanının içerisine çıkartıyor. Burası rollercoasterları, dönme
dolapları çarpışan arabaları ile klasik bir lunapark gibi ama bunun yanı sıra
her biri yaklaşık 8500 kişi kapasiteli 14 bira çadırı olayın odak noktası. “Ya Perşembe akşamı kim gelecek, bu adamlar
zaten yarın işe gidecekler” kafasıyla çadırlara dalıyoruz ama hepsi akşam
için rezervli. Adamlar yarın iş var demiyor, içiyorlar. Bu rezervasyon işi
yurt dışından gelen bir turist için meşgaleli. Çadırlar rezervasyonlarını mayısta
başlatıyorlar ve öncelik bira üreticilerinde, sonra yerel devlet makamları,
ardından Münihli şirketler, devamında Münih’te ikamet eden vatandaşlar,
takibinde Bavyera eyaletinde oturanlar ve listenin en sonunda olur da yer
kalırsa diğerleri geliyor. Neyse ki
şansımıza hava güzel, yağmur yok. Bahçelere rezervasyon yapılmıyor ve Paulaner
çadırının bahçesinde bir masa bularak biralarımızı ısmarlıyoruz. O yüzden
çadırlardan “hangisine gidelim, hangisini
tavsiye edersin” diye bir
sorarsanız, hangisinde yer bulursanız oraya oturun derim. Çadırlar, bahçeler,
sokakta yürüyenler, dönme dolap vb. şeylere binenleri hesaba katarsanız bu panayırda aynı anda
250-300 bin kişi bulunuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder