Desteklediğim açık mavililerin birkaç pantone daha koyusu düz
mavi kazağımı giyip, aynı renkte atkımı sarıp otelden çıktım. Metro
istasyonunda benimle aynı renkte insanlarda 3 durak ötedeki stada gitmek için
bekliyorlardı. Haliyle metro buraya kadar çoktan dolmuştu. Ben her ne kadar
Zincirlikuyu metrobüs durağından bu şartlara alışsam da lüzumsuz kibarlıktaki
İngilizler “aa çok dolu diye binmiyorlar”
Daha doğrusu orta taraflar boş, bunu metronun camından görüyorum ancak
adamların kültüründe birinden bir şey isteme olmadığı için, çıkıp da kimse “beyler, orta taraflar boş, arkalara doğru
ilerleyelim” demiyor. Böyle böyle,
birinci metroya binemedikten sonra hemen 3 dakika sonra gelen ikinci metroda,
başlarım sizin kibarlığınıza deyip Zincirlikuyu moduna geçiyorum ve bekleyen
kalabalığı yararak kendimi trenin içine atıyorum.
Geçen yıl da aynı tarihlerde fuar için Londra’ya gelmiş
ancak o zaman içeride maç oynayan Arsenal bilet satın almada önceliği kulüp
üyelerine verdiği için bilet bulamamış anca stadın etrafını tavaf edip bir
pubda maçı izlemek zorunda kalmıştım. Bu yıl ise Chelsea içeride oynuyordu ve
bilet için üyelik şartı aramıyorlardı. İngiltere’de kombineler lig için
satılıyor ve Avrupa kupası maçlarını kapsamıyor. O yüzden Şampiyonlar Ligi’ne
bilet bulmam daha rahat oldu. 35 poundluk fiyatıyla da, Bayern taraftarlarının
eleştirdiği Arsenal’in 64 poundluk biletinin yanında ucuz bile sayılabilirdi.
3 durak sonra Fulham Broadway istasyonunda iniyoruz. Bu şuna
denk geliyor: Takımın ismi Şişli ama stadı Kasımpaşa’da ve hali hazırda
Kasımpaşa’nın kendi bir takımı ve stadı var. Metro çıkışında beklenildiği gibi
önce karaborsacılar hemen ardından 10 pounda bir tarafında chelsea, diğer
tarafında Dinamo Kiev yazan maç atkılarını satmaya çalışan işportacılar
beliriyor. Bu karaborsacıların dikildiği yolda İngilizce ve Cince olarak, “karaborsadan bilet almayın, sahte olabilir,
maça giremeyebilirsiniz” uyarı levhaları var. Hemen ardından bizim tükürük
köftesinin buradaki karşılığı sosisciler ve hamburgerci standları ile birkaç
pub diziliyor. Stada girerken ise resmi maç programını satan görevliler var. Bu
kültürü halen anlamış değilim. Takım kadrolarını, puan durumunu, son maçların
skorları gibi zaten oraya gelen herkesin ezbere bildiği maç programlarını 3
pounda satıyorlar ve herkes bunları alıyor. Biletimin olduğu Matthew Harding
tribününün girişini buluyorum. Harding, 1994 yılında kulübe hissedar olan ancak 2 sene sonra henüz 43 yaşında vefat eden bir iş adamıymış. Sadece tribün isimlerini değil aynı zamanda kapılara da birilerinin isimlerini
vermişler. Dixon girişi, Jimmy kapısı gibi.
Daha önce Manchester City maçında da tecrübe ettiğim gibi girişteki
görevliler sadece düzene bakıyorlar. Onun dışında siz kendiniz biletin
barkodunu okutup içeri giriyorsunuz, kimse de üzerinizi falan aramıyor.
İçeriye girince artık her taraf kapalı. Bir staddan ziyade
daha çok kapalı spor salonu havası var. Duvarlara geçmiş yılların maçlarından
sahneler ve takımın efsane futbolcularının Chelsea kariyer bilgilerinin yer
aldığı panolar konulmuş. Bunların arasında Didier Drogba da var. Bekleme
alanında bira içmek serbest. Fiyatlar çok pahalı da değil. Fıçı bira 4.3 pound.
TL’ye çevirsen bile Türkiye’de dışarıda o fiyata bira alamıyorsun. Ama sahaya
alkol ile geçemiyorsun. Oturduğum koltuk hemen köşe gönderi hizasında. Stada
girdiğimde ilk gözüme çarpan stadın biçimsizliği oluyor. Her bir tribün ayrı
telden çalıyor. Bir kale arkasının alt tribünü daha büyükken, karşı kale arkası
tam tersi, ya da kapalı tribün diye tabir ettiğimiz yer kale arkasına göre daha
yüksek. Tribünler o kadar ayrı telden çalıyor ki en sonunda zaten birleştirmeyi
başaramamışlar kapalı ile kale arkası arasında duvar var. Bu Chelsea’ye petrol oligarkı
değil, bir laz mütahit başkan lazım. Şaka bir yana Chelsea 109 yıldır maçlarını burada oynuyor. Stadın şehrin içinde kalmasıyla stadı büyütme konusunda sorunlar yaşıyorlar. Bir ara başka bir yere yeni stad yapılması gündeme gelmiş ama şu anda mevcut yerinde kapasiteyi 60.000'e çıkarmak için proje üretiyorlar.
Tribünlerin tamamı doluyor lakin bir tribün
diğerlerinden ayrılıyor. Bana yakın olan taraftaki kale arkasında benim
seçebildiğim kadarıyla belli bir taraftar grubu olmasa da bütün maçı ayakta
izlediler ve maç boyunca bağıran tek grup onlardı. Öteki tribünler tamamen
tiyatro seyircisi kıvamındaydı. O kadar ki o tribündeki bayrakları bile stad
görevlileri sallıyordu. Bir tek maç
sonunda “stand up for the special one”
(Jose için herkes ayağa) tezahüratı ile şöyle bir ayaklanıp hayat belirtisi
gösterdiler.
Jose demişken Liverpool mağlubiyeti sonrası taraftarın nasıl
tepki vereceğini merak ediyordum ancak daha maç başlamadan “Jose Mourinho”
tezahüratı ile destek verdiklerini gösterdiler. Zaten bildikleri 2-3 tezahürattan
bitanesi buydu. Bütün maç boyunca bir “çelsi, çelsi, çelsi” bir “diyeeeegoo”
bir de “coze morinyo, coze morinyo” diye bağırdılar. İçinde stamford bridge
geçen bir tane de şarkı vardı, onun dışında pek monoton bir havaydı. Ha bir de
Zouma’ya Cuma muamelesi yapıyorlar. Zamanında Arsenalliler de Toure’ye zenci
esprisi yaparlardı. Burada da ırkçılık kokan şamar oğlanı modundaki isim genç
Fransız olmuş.
Maça Chelsea baya yüklenerek başladı.Skorborda Bayern’in
arka arkaya golleri yansımaya başlayınca tribündekiler pek bir keyifliydi.
Chelsea’nin ilk yarıda geleceğini çokça öngördüğüm golü de gelince devre
arasında tribünler mutlu bir şekilde girdi. Ancak ikinci yarıda Chelsea hiçbir
şey oynamamaya başladı. Bu noktada artık deplasman tribünün sesi daha fazla
çıkmaya başlamıştı. Dinamo atsa da şu İngilizler g.t olsun derken istediğim
oldu. Kievliler haklı olarak coştular. Ancak 5 dakika sonra tam da benim
oturduğum yerin önünde Willian frikikten çaktı ve dizlerinin üstünde kayarak
bizim tribünün önüne geldi. Brezilyalı,
çokça zora giren gruptan çıkma şansını söküp getirdi. Bu defa artık Kiev’in bir
direnci kalmamıştı ve maç böyle bitti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder