Futbol, icadından itibaren her daim sürprizlere açık bir oyun olmuştur. Futbolun karakterinden kaynaklanan bu durum bizi futbolsever yapan başlıca unsurlardan biridir. Günümüzde büyük futbol kulüplerin her geçen yıl daha da zenginleşmekte ve iyi oyuncuları oynatamasalar da bünyelerine katmaktadırlar. Buna rağmen çok şükür ki futbolda sürprizleri görmeye devam ediyoruz. Son örneğini de 2004 Avrupa Şampiyonası'nda Yunanistan'ın şampiyon olmasıyla yaşadık. Ancak 2004 senesi sürprizlerden yana bereketli bir yıldı ve belki de Şampiyonlar Ligi'nin en büyük sürprizi geçen sene Porto FC'nin şampiyon olmasıyla gerçekleşti. İzninizle bu yazımda geçen seneki unutulmaz başarı hikayesini inceleyeceğim. Gelecek yazımda ise Yunanistan'ın nasıl Avrupa Şampiyonu olduğuna cevaplar arayacağız.
Porto 2002/2003 sezonunda UEFA Kupası, Portekiz Süper Ligi, Portekiz Kupası ve Portekiz Süper Kupasını alarak dörtleme yapmıştı. İnanılmaz bir başarıydı bu ve teknik direktör Jose Mourinho CV'sine kazandığı tüm kupaları gururla yazıyordu. Mourinho ilginç bir teknik direktör. Konuşmayı seviyor, konuşurken lafını sakınmıyor. Medyayı seviyor, kendi tanıtımını en iyi şekilde yapıyor. Futbolcularını seviyor ve kendini de onlara sevdiriyor. Futbolu seviyor, maçlara iyi motive oluyor ve takımını ateşlemesini bilyor. Genç, yakışıklı, popüler bir figür olmaya çok müsait ve anlaşıldığı kadarıyla ünlü olmakla hiçbir derdi yok. Ayrıca gerçekten zeki biri ve nasıl derler futbol tanrıları şu ana kadar hep ondan yana oldu. 2003/2004 sezonuna takımını hazırlarken, o seneki hedeflerinin Portekiz Ligi'nden ziyade Şampiyonlar Ligi'nde başarı olduğunu biliyordu. Bir yerlerden tanıdık gelen bu hedefe ulaşmak için kulüp sansasyonel transferler yerine takım değerlerine yatırım yaptı ve yetenekli Brezilya asıllı Portekizli Deco, tecrübeli kaleci Victor Baia, Carvalho, Ferreira, Nuno Valente, Maniche, Costinha gibi Portekizli oyuncularına, yıldızını parlatmak isteyen Brezilyalı santrafor Darleii Güney Afrikalı Benny McCarthy gibi takım oyuncularına güvendiler. Şampiyonlar ligine direkt katıldılar ve Real Madrid, Marsilya, Partizan takımlarının bulunduğu zorlu bir gruba düştüler. İkincilik için Marsilya rakipleri gibi gözüküyordu. İlk maçta Belgrad'da Partizan'ı yenemediler ve Costinha'nın golüyle 1-1 berabere kaldılar. Yine de deplasmanda Madrid'de 4-2'lik bozguna uğrayan Marsilya'nın puan olarak üstündeydiler. İkinci maçta ise Real Madrid'e kendi evlerinde dayanamadılar ve 3-1 yenilerek, Partizan'ı yenen Marsilya'nın arkasında kaldılar. Tek gollerini yine Costinha atmıştı. Şampiyonlar Ligi'ne iyi başlayamamışlardı. İlginçtir evlerindeki Madrid mağlubiyeti Şampiyonlar Ligi'nde o sezondaki ilk ve son mağlubiyetleri oluyordu. Bir sonraki maçları Marsilya'daydı. Grubun kader maçını Porto 3-2'lik skorla kazanıyordu. Goller Maniche, Derlei ve Alenitchev'den geliyordu. Büyük avantaj kazanmışlardı ve daha da önemlisi kendilerine olan güvenleri artmıştı. Gruptan çıkacaklarına daha çok inanıyorlardı ve evlerindeki Marsilya maçını da Alenitchev'in golüyle 1-0 kazanarak gruptan çıkmayı hemen hemen garantiliyorlardı. Öteki tarafta ise Madrid takımı Partizan'ı evinde yenip deplasmanda mağlup ederek gruptan çıkıyordu. Porto, gruptaki beşinci maçta evlerinde Partizan'ı 2-0 yenerek Avrupa'nın en iyi 16 takımı arasına giriyordu. Goller Ajax'ta yetişmiş Celta Vigo'nun eski futbolcusu Benni McCarthy'den geliyordu. Son maç ise formalite maçı oluyordu ve Madrid'le 1-1 berabere kalıp puanları paylaşıyorlardı. Tek golün sahibi Derlei oluyordu.
Böylece ilk hedef, gruptan çıkma hedefine ulaştılar. Otoriteler futbollarından övgüyle bahsediyordu. Özellikle deplasmanda oynadıkları kontratak futbolu beceriyle uyguluyorlar ve rakiplerini korkutmaya başlamışlardı. Mourinho sistemini 4-4-2 üzerine kurmuştu ancak gerektiğinde tek forvete dönüp 4-2-3-1'e geçiriyordu sistemini. Ancak dörtlü defansdan asla vazgeçmiyordu.Defansda sağda Ferreira, solda Valente harikalar yaratıyordu. Hem sağlam oynuyorlar, hem de hücuma katkıda bulunuyorlardı. Göbekte ise 33 yaşındaki Jorge Costa tecrübesiyle, 26 yaşındaki Carvalho ise hırsıyla defansı ayakta tutuyordu. Dörtlü defansının önündeki 30 yaşındaki Costinha'nın üst düzey performansı takımın az gol yemesini sağlıyordu. Costinha Şampiyonlar Ligi'nde attığı üç golle gerektiğinde golle de buluşabileceğini gösteriyordu. Costinha'nın biraz önünde 27 yaşındaki Portekizli Maniche şaşırtıcı bir performansla orta sahayı ayakta tutuyordu. Her geçen gün kendini geliştiren Maniche başarlı performansına milli takım forması altında 2004 Avrupa Şampiyonası'nda da devam etti. Orta sahanın diğer bir elemanı ise genelde Pedro Mendes, bazen de Carlos Alberto oluyordu. İkisi de takımın bir parçası olduklarını biliyorlardı ve her zaman hazırdılar. Çoğunlukla oyuna sonradan giren Rus futbolcu Alenitchev de süpriz golleriyle oyunu açmakta kullanılıyordu. Ancak takımın yıldızı şüphesiz 27 yaşındaki Deco'ydu. Maurinho, Deco'yu hücumcuların arkasında pozisyon hazırlayıcı bir rolde kullanıyordu ve bücür Deco da hızlı driplingleriyle, top kontrolüyle, akıllı paslarıyla, etkili şutlarıyla ve gerektiğinde liderlik vasfıyla oyunun kontrolünü eline geçirmesiyle bu role cuk oturuyordu. İleride oynayan 27 yaşındaki Benni McCarthy tipik bir kontratak golcüsüydü ve bulduğu 4 golle takımın en golcü ismi oluyordu. Takımın santroforu ise 29 yaşındaki Brezilyalı golcü Derlei idi. Mücadeleci kimliğiyle hem takım savunmasında, hem de hücümlarda önemli bir rol üstleniyordu.
Mourinho'nun takımı iyi kapanıyor ve hücuma da çabuk çıkarak rakiplerini hazırlıksız yakalıyordu. Yine de bu iyi kurulmuş, istikrarlı ve geçen senenin UEFA şampiyonu takımın gruplardan çıkarak hedefine ulaştığı ve ikinci turdaki rakibi Manchester United karşısında favori olmadıkları düşünülüyordu. İlk maç Manchester'daydı ve zorlu deplasmandan beraberlikle dönmeyi başarıyordu Porto. 1-1 biten maçta Porto'nun golünü Costinha atıyor ve takımının evine umutla dönmesini sağlıyordu. Rövanş hakem kararlarıyla tartışılacak bir maç oluyordu ve Sir Ferguson'un tüm itirazlarına rağmen 2-1'lik skorla turu geçen Porto oluyordu. Gollerin ikisi de McCarthy'den geliyordu. İlginçtir bu turdan sonra Porto'nun karşısına hiçbir zaman Manchester United'dan daha güçlü bir takım çıkmadı. Bu da Porto'nun, belki de Maurinho'nun futbol şansıydı. Çeyrek finale çıkan Porto takımının güveni en üst düzeye çıkmıştı ve Fransız rakipleri O.Lyon'u eleyeceklerine inanıyorlardı. İlk maç yine deplasmandaydı ve bunun da avantajını kullanıyordu Porto ve Lyon'la 2-2 berabere kalarak yenilmeden dönüyordu Porto'ya. İki golü de Maniche atıyordu. Evlerindeki maçı Deco ve Carvalho'nun golleriyle 2-0 alan Portolu taraftarlar belki de ilk kez şampiyon olmaktan bu kadar ciddi bahsediyorlardı. Artık yarı finaldeydiler ve karşılarında dev bir takım yerine kendileri gibi iyi takım oyunu oynayan İspanya'nın Deportivo takımı vardı. Daha önceki turlarda Juventus ve AC Milan gibi iddialı takımları eleyen Deportivo finale yükselmek istiyordu. Özellikle Milan'la kendi evlerinde oynadıkları çeyrek final rövanş karşılaşması unutulmazdı. İtalya'da 4-1 yenildikleri güçlü Milan'ı, son Şampiyonlar Ligi şampiyonunu, Kaka ile daha da güçlenen kadroyu 4-0 yeniyorlardı. Güçlü İtalyan savunmasına dört gol atmayı başarmışlardı. İki takım ilk maçı Porto'nun tam da istediği şekilde Deportivo'da oynadılar. Deplasman takımı Porto, Deportivo'yu golcüsü Derlei'nin tek golüyle devirmeyi başarıyordu : 0-1. Artık final çok yakındı. Kendi evindeki maça iyi motive olan Porto Deportivo'ya gol şansı vermiyor ve kendisine yeten skoru bulmayı biliyordu: 0-0.
Sürpriz gerçekleşmiş, otoriteleri şaşırtan Porto finale yükselmişti. Mourinho gururluydu, takımı üst üste ikinci kez bir Avrupa Kupası finali oynayacaktı. Ama bu başarı yeterli değildi. Porto kupayı almak istiyordu. Karşısında ise bir başka başarı hikayesi Fransız takımı Monaco vardı. Monaco sezon öncesi borç içindeyken, Monaco Prensi'nin yardımıyla ayakta kalıyor ve inanılmaz bir performansla önce çeyrek finalde Beckham'lı rüya takım Real Madrid'i eliyor; yarı finalde ise bir başka dev, Abramovich'in yeni baştan kurulmuş yıldızlar takımı Chelsea'yi eleyip final vizesi alıyordu. Monaco da Deportivo gibi çeyrek finalin rövanş karşılaşmasında unutulmaz bir maç oynuyor ve deplasmanda 4-2 yenildiği Madrid ekbini nerdeyse destansı bir şekilde, Monaco'da 3-1 yenerek tüm futbolseverleri şaşırtıyordu. Özellikle Morientes, sezon öncesi çok sevdiği Madrid'den Monaco'ya kiralık olarak gönderilmesine sebep olan yöneticilere iki maçta da attığı gollerle cevap veriyordu. Monaco'nun başında da genç bir teknik direktör bulunuyordu: Fransız eski milli oyuncu Didier Deschamps.
Şampiyon Porto'ya endüstrinin kodaman klüpleri tarafından hemen el kondu ve teknik direktöründen başlamak üzere oyuncuları kapışıldı. Jose Mourinho bugün Chelsea'nin başında ve yazı yazıldığı gün Premier League ve Şampiyonlar Ligi'ne iyi bir başlangıç yapmıştı. Sisteminden asla taviz vermedi, hatta eski takımından Carvalho ve Ferreira'yı da yanında Londra'ya getirdi. Halen takımını defansif oynatmakla eleştiriliyor. Şampiyon takımın yıldızı Deco Barselona'nın yolunu tuttu. Rijkaard yeni kadrosunda ona da önemli bir rol verdi. Porto Deco'nun yerini geleceğin Brezilyalı yıldızları Diego ve Luis Fabiano ile doldurmaya çalışacak. Teknik direktör olarak da önce Del Neri'yi tercih etseler de erken bir değişiklik sonrası takımın başına Victor Fernandez'i getirdiler. Sezona iyi başlayamadılar ama sürpriz yapan takımların bir sonraki sezon başarısızlığa uğramaları olağandır. Zaten sürprizin kelime anlamı da tekrarlanmayı içermez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder