Futbol ne kadar önemlidir sizin için? En azından bu soruyu düşünmeye değecek kadar önemli midir? Hayatınızda futbolun yerini sorgulamaya vakit ayırır mısınız? Bence yaşamak ne derece anlamlı ise futbol da o kadar değerlidir. Hepimiz biteceğini bidiğimiz bir hayatın daha katlanabilir olması için uğraşırken yaptığımızın ne derece saçma olduğunu biliriz. Biliriz de yaşamaktan vazgeçmeyiz gene de. İşte bizim gibi futbolseverler için de futbol, yaşamın saçmalığını görmezden gelmemize ve belki de bir sonraki maça dek her seferinde hayata tutunma motivasyonumuzu sağlamamıza neden olandır. Bunun içindir ki sloganımız; "Futbolu sevmek hayatı sevmektir" olmalıdır. Her çift yılın yazında futbolseverler için bir bayram organize edilir: Ulusal takımların mücadele ettiği Dünya ve Avrupa Şampiyonları. Birçoğumuz da belki sırf o bayramı yaşamak için zamanın geçmesini diler ve her birinin aynı gibi geçen günlerin içinde doğurduğu boşluğu bu beklentinin yarattığı heyecanla doldururuz. 2004 yılına girdiğimiz günden beri de Portekiz'de düzenlenecek olan Avrupa Şampiyonası turnuvasını sabırla bekledik. Haziran çabucak geldi ve bir aylık festival de göz açıp kapatıncaya kadar bitti. Dahili olduğumuz ülkenin milli takımının bir dizi becerisizlik sonucu uzaktan izlediği turnuvanın finali büyük bir süprize sahne oldu. Komşumuz Yunanistan'ın futbol milli takımı dillere destan bir mücadele sonucu önemli rakipleri tek tek geçerek kupayı aldı. Herkes yorumunu yaptı, kendine göre dersini aldı. Bazıları çalışmayı, mücadeleyi sonuna kadar sürdürmeyi yüceltti. Başarının azmin, hırsın, sürekli güçlü kalmanın ürünü olduğunu savundu. Bazıları futbolda şans faktörüne dikkat çekti. Bazen ne kadar çok uğraşsan da, herşeyi doğru yapsan da kazanmak için şansa ihtiyacın olduğunu öne sürdüler. Bazıları istikrarın ve takım olmanın önemini vurguladılar. Sonuçta futbol bir takım oyunuydu ve istikrarlı bir takım kuranların her zaman başarılı olduklarından bahsettiler. Bazıları Yunanistan'ın başarısını tesadüfi buldular ve hatta eleştirdiler. Teknik direktör Otto Rehhagel'in anti-futbol oynattığını ve bunun zayıf takımlara her zaman kötü örnek olacağını ve futbolun giderek daha zevksiz bir spor haline geleceğini yazdılar. Oysa futbol hiçbir zaman tek yönden değerlendirilebilecek bir olgu olmadı. Hepsinin dediklerinde doğruluk payı vardı elbet ama bu kadar çok tartışılan futbolu hep kendi istedikleri gibi görüyorlardı. Futbol hiçbir zaman gol atmaktan ibaret olmadı. İyiki de olmadı yoksa en önemli özelliğinden, hayata benzerliğinden yoksun kalacaktı. Doğrudur, "futbol fena halde hayata benzer" ancak her zaman bir oyundur. Üç ihtimallidir ve her ihtimalin de mutlu ettiği tek kesim biz gerçek futbolseverlerizdir. Çünkü biliriz ki sonuçlar, en önemli başarılar, en unutulmaz kupalar bile ölümlüdürler. Sadece başarıya, kazanmaya odaklanmışsanız hiçbir zaman takımınız sizi tatmin edemez çünkü başarı beklentiyi doğurur ve bu sonsuza dek gider. İçiniz de klasik bilgisayar oyunu CM'yi bitiren var mı? Hangi başarı taraftarı susturur ki? İşte bu yönden futbolun hayatla da bir paralelliği söz konusudur. Çünkü kimse hayatın ne zaman sona ereceğini bilmez. Ben derim ki futbolu güzelleşmesi gereken bir sevgili ya da mükemmelleşmesi gereken bir matematik formülü gibi değil bizi hayata bağlayan, ölümlü hayatımızı anlamlı kılan ölümsüz bir oyun olarak görelim.
Biliyorum yazının başlığından beklediğiniz şu ana kadar yazdıklarım değildi elbet. Ama bu sefer ki yazımda önceki yazımdaki gibi maç maç sürpriz bir başarı hikayesi anlatmak istemiyorum. Onun yerine futbolda ve hayatta sürprizin ne demek olduğunu incelemek istiyorum. Yine de, hepiniz Yunanistan'ın öyküsünü bilseniz de, bir özet olarak bu sürprizin nasıl gerçekleşmek gerektiğini anlatmak gerek kanımca. Grup maçlarına İspanya ve Ukrayna önünde aldıkları 2-0'lık iki mağlubiyetle başlayan Yunanistan gol yemeden 8 gol atıp üst üste altı galibiyet aldı. 18 puan toplayarak İspanya'nın önünde grup birincisi olarak finallere yükseldiler. Emenistan'dan sadece bir gol fazla atmışlardı ve dört maçı 1-0 kazanmışlardı. İlginç bir not defansif bir futbolu tercih etmelerine rağmen hiç berabere kalmamışlardı. İspanya'yı deplasmanda 1-0 yenerek dikkatleri çekmişlerdi. Finallerin açılış maçında Portekiz'i 2-1 yenerek otoriteleri şaşırtan Yunanistan, İspanya ile de 1-1 berabere kalarak son maçta Rusya karşısına rahat ve 14 maçtır yenilgisiz çıkıyordu. Futbolun aziz bir spor olduğu tekrar kanıtlandı ve iddiasız Rusya'ya 2-1 yenildiler. Turnuva sonuna dek bir daha hiç yenilmeyeceklerdi. Çeyrek finalde favori Fransa'yı 1-0 yenerek herkesi şok eden Yunanistan yarı finalde güçlü Çek Cumhuriyeti karşısında da favori değildi. Çoğunluk tarafından en güzel futbolu oynayan takım olarak gösterilen Çek Cumhuriyeti'ni neredeyse kendileriyle özdeşleşen 1-0'lık skorla eleyip finale çıktılar. Aziz futbol finalde karşılarına ev sahibi Portekiz milli takımını tekrar çıkarmıştı. Bahisçilere göre yine favori değillerdi. Yine aynı futbolllarını oynayıp Portekiz'i ikinci kez yendiler. Skor bir klasikti ve bu onların eleme gruptakilerini sayarsak yedinci 1-0'larıydı. Avrupa şaşkındı, Otto kral ilan ediliyordu ve Yunan oyuncuların değeri artıyordu. Ama herkes biliyordu ki tek tek değil takım olarak değerliydiler. Turnuvanın en değerli oyuncusu, bence biraz da sembolik olarak takım kaptanı Zagorakis seçiliyordu. Yunanistan önemli bir sürprizi başarmıştı. Oynadıkları futbola anti-futbol diyenlere katılmıyorum. Futbol artistik çalımlardan, topuk paslarından, fantastik gollerden ibaret değildir. Güzel bir kaleci kurtarışı, orta sahayı rakibe dar eden futbolcular, defansın yetenekli golcülerin şaşırtmalarına karşı verdiği mücadele, forvet oyuncuların rakip defansa baskı yaparak top kazanmaları veya oyunun kurulmasına izin vermemeleri, basit paslarla ceza sahasına girilmesi ve kolay bir vuruşla gol atılması gibi futbola özgü ayrıntılar da sevilir. Letonya'nın gol atmak için uğraşı ve ilk kez çıktıkları Avrupa Şampiyonası'nda puan almak için verdikleri mücadele de en az finaldeki mücadele kadar heyecan vericidir. Benim için turnuvanın en güzel maçı Danimarka-İsveç mücadelesiydi. Evet bu maçta 4 gol izlenmiştir ama benim için önemli olan iki takımın da maç öncesi ortaya atılan şike söylentilerine karşın yürekten oynamalarıydı. Trajik bir şekilde son dakikada berabere biten maç şike iddiasında bulunanların öngördüğü gibi bitmiştir ancak maç sonucu kendilerinden başka kimse iki takımı da suçlamamıştır. Şampiyona gelirsek; evet doğrudur, Yunanistan turnuva boyunca tek bir maç dışında sürekli oyunu kendi sahasında kabul etmiştir. Peki bunu yaparken futboldan başka bir oyun mu oynamışlardır? Sürekli oyunu yavaşlatmaya, rakibi sinirlendirmeye yönelik mi oynamışlardır? Yaptıkları sadece uygulayabildikleri en iyi taktiği mükemmel bir şekilde sahaya yansıtmaktır. Asıl soru şu olmalıdır: Bu kadar güçlü, favori, en iyi futbolu, en modern, güzel, göze hoş gelen futbolu oynadıkları söylenen takımlar neden Yunanistan karşısında her zamanki oyunlarını oynayamamışlardır? Hep söylenen açık alan bulduğunda oynayan futbolcu/takım lafları ne kadar anlamlıdır? Bu bakış açısı futbola tek yönlü bir bakış açısıdır. Futbolda her zaman kapanan, iyi savunma yapan takımlar olacaktır. Önemli olan onların kapalı savunmalarını çözmek ve karşı ataklarına karşı gerekli tedbirleri almaktır. Ne Fransa, ne Çek Cumhuriyeti, ne İspanya, ne de Portekiz alternatif hücum planlarını sahaya yansıtabilmişlerdir. Otto ve takımı hepsini tek tek denize dökmüştür ve en iyi futbol oynamayı en çok hücumu düşünmekle eş tutan zihniyeti de şaşkına uğratmıştır. Futbol şaşırtıcıdır ve belki de hepimizin futbola dair kalıp düşüncelerimizi gözden geçirmenin vakti gelmiştir.
Yunanistan oynadığı oyuna ve çözüm bulunamayan savunmasına rağmen turnuvanın herhangi bir aşamasında elenebilirdi. Oysa finale kadar çıktılar ve daha da zorunu başardılar, finalde kazandılar. Peki bu başarı kimin eseriydi? Otto? Takımın tüm oyuncuları? Yunan halkı? Yunan Federasyonu? Yoksa rakipler mi? Bence bu başarının sahibi Aziz Futbol'du. Kesinlikle şanstan bahsetmiyorum. Çünkü şans hiçbir zaman futbolda belirleyici rolde olmamıştır. Yunanistan tek golle kazanıyorsa sadece o tek golü atmasını bildiği için değil, gol yemediği için, ne golü bulmadan önce ne de sonra gol yemediği için de kazanıyordu. Bu küçümsenecek bir beceri değildir. Konsantre olmak, motivasyon, takım arkadaşlarına güven ve bağlılık içerir. Ancak yine de böyle bir sürprizi görebilmek için Aziz Futbol'un iznine ihtiyacımız vardır. Tıpkı hayat gibi. Hayatta ne zaman ne olacağını kimse bilemez. En umutsuz anlarda hayatınızın değiştiğine çok tanık olmuşsunuzdur ve bir açıklama getirememişsinizdir. Çoğunluk bu gibi durumlarda ilahi bir güce sığınır ve akıl sağlıklarını koruyabilirler. Ama bilmediğine inanmayı kolay yol olarak görenler yaşananlara başka bir isim verirler: Saçmalık! İşte hayatın hem tanımında hem de sürecinde var olan saçmalık futbolun içinde de vardır. Ben de bunu her ne kadar ilahi bir anlamı anımsatsa da futbolun azizliği olarak adlandırıyorum. Futbol var oldukça bu tür azizlikleri göreceğimizden emin olabilirsiniz. Bu yazımda teknik ve taktik bir analiz yapmaktansa futbolun içindeki sürprizi anlamaya çalıştım. Benim kafamdaki sorular asla tamamen yanıt bulmayacak. Ancak bu yazı sayesinde bazı yanıtlara sahip oldum, eğer sizin sorularınızı da yanıtlayabilmişsem yaşamanın o kadar da anlamsız olmadığına biraz daha inanacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder