İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

16.10.2005

Beşiktaş, H Grubu ve UEFA Kupası

Biri traji-komik, diğeri Rıza çalımbay’ı kulübün kapısından geri çeviren iki Malmö maçının ardından Beşiktaş, birinci turu geçerek UEFA Kupası grup kurasına 1. torbadan katıldı ve diğer dört torbanın üçünden gelebilecek en zor rakiplerle eşleşti..

Beşiktaş’ın yer aldığı H grubunun; Stuttgart, Rapid, Shaktar, Rennes ve PAOK’tan oluşan G grubu ile birlikte (Fikstürler de gözönüne alındığında) kupanın şu aşamada en zor iki grubu olduğunu belirterek, daha sonra tekrar döneceğimiz grup manzaralarına şöyle bir dokunup geçmiş olalım..

Beşiktaş; bir buçuk – iki sene kadar evvel oynadığı meşhur Samsunspor maçının ardından, istikrarın sokağına bile uğramadığı bir takım.. Halbuki, o zamana kadar, saltanatına kimin son vereceği merak bile edilemeyecek kadar istikrarlıydı. Bu –başı-bozukluğun sebebi ayrı bir yazı konusu (Mehmed, nefis bir pasla Cihan’ı topla buluşturuyor, Cihan gol pozisyonunda, Cihan, Cihaaaaan!), biz sonuçlarına bakalım..

Beşiktaş; kale, savunma, orta alan ve hücum bölgesinde, Türkiye için kalburüstü sayılabilecek oyunculara sahip. Ancak bu kadrodan, savunma dışındaki diğer iki hatta simetri ve paralellik içeren gruplar oluşturulamayacak olması ve orta sahanın genel olarak defansif yönden zayıf yapısı, çok iyi konsantre olunamayan her maçta korkutucu bir uyumsuzluk olarak kendini dışavuruyor. Burada sorun, orta alan oyuncularının geriye gelmemesi değil. Bu alanda en çok forma bulan oyunculardan olan Tümer topsuz alanda (Rakip alanda bile) hiç yokken formanın bir diğer gediklisi A. Hassan sık sık gerilere kadar gelen bir oyuncu olmasına rağmen, oraya gelene kadar rakibe verdiği en ufak bir rahatsızlık yok.

Rıza çalımbay’ın üçlü olarak yapılandırdığı ve Kleberson’u tam ortasına yerleştirdiği orta sahaya Tümer ve A. Hassan forvet hattından ne kadar uzakta dahil edilirlerse sorun o kadar büyüyor. Okan ise belki Kleberson’la ikili oynasa daha hayırlı olacak ama diğer herhangi bir üçüncüyle paylaşabileceği bir vazife yok.

Böyle bir orta sahanın savunma ile bağlantısı kağıt üzerinde bile kendine bağlı değil, sahada ise malumunuz, zaten yok (Konsantrasyon meselesi istisna). Top rakipteyken liberoya güvenip adam adama oynayan Beşiktaş’ta bu destek sorunu zaman zaman kabusa dönüşebiliyor haliyle..

Hücum bölgesinde tercihin, yapı olarak kendine müslüman iki oyuncu üzerinde yoğunlaşması, orta sahanın, her halükarda ofansif meziyetleri gayet yüksek oyunculardan kurulu olmasına rağmen bu bölge ile de bağlarını zayıflatıyor.

Ailton’un formsuzluğunun ve bu vesileyle sürekli forma bulamamasının Beşiktaş’a verdiği en büyük zarar; Youla’yla hiçbir zaman iyi bir ikili oluşturamayacaklarını Rıza Çalımbay’ın tecrübeyle kavramasını geciktirmesi.

Malum Samsunspor maçına kadar, gerek sahada oynanan futbol gerekse bu futbolun getirileri olarak zirve yapan Beşiktaş; bu miladın sonrasında her iki açıdan da o zirveye yaklaşamıyor bile.. Bazen izleyende hayranlık uynadıran maçlar oynsa da (Geçen sezon Bilbao ve her iki Fenerbahçe maçı gibi), ilki malum miladın hemen öncesine takabül eden yanlış transfer hareketlenmeleri neticesinde oluşturulmuş –bir çok açıdan- asimetrik kadro, ilerisi için umut vermekten uzak. Şimdilik bağlanılabilecek yegane umut, önümüzdeki transfer dönemlerinden birinde (Mümkünse ilkinde) daha akıllıca hareket edilmesi (Ben şahsen, Giunti ile benzer niteliklerde bir oyuncunun transfer için adının geçmesi halinde umut için umutlanmayı düşünüyorum).

Kadrosuyla, oynadığı futbolla, aldığı sonuçlarla, transfer politikasıyla tutarsızlıklar bütünü haline gelen Beşiktaş; kağıt üzerindeki en zor maçı olan Sevilla deplasmanından galibiyetle de dönebilir, kağıt üzerinde en kolay maçı olan Zenit karşısında 3 puanı İnönü’nün çimlerine de gömebilir.

Bu durmda Beşiktaş’ın Avrupa’daki akibetini, Bolton’la İnönü’de yapacağı açılışa bağlamak bile fazla iyimserlik olur.

Ama yine de bir çıkar yol adresi görmeyecek kadar da karamsar olmamak lazım (Malum konu Beşiktaş, ne olacağı belli olmuyor). İngiliz takımlarının klasik uluslararası deplasman kısırlığının da yardımıyla gelecek bir galibiyet ve aynı dönemde ligdeki nispeten kolay fikstür sonucunda alınacak idare eder sonuçların da rüzgarıyla kısa vedede Beşiktaş için bir toparlanış sözkonusu olabilir.

Tabi bunun uzun vadeye aktarımı, rehavet ile ters orantılı..

Aksi bir başlangıç ihtimali üzerinden kombinasyonlar üretecek kadar ileri de gitmeyelim, şimdilik bu kadar yeter.

UEFA Kupası H Grubu’na tepeden bakınca, pek dengeli ve eğlenceli olmaya namzet bir manzara göze çarpıyor. Beşiktaş’ın olası oturmuş halinin bile bu grupta zorlanacağına şüphe yok. Şaka gibi ama dengesiz bir Beşiktaş’tan daha çok şey bile beklenebilir.

Bolton – Sevilla maçının İngiltere’de, Sevilla – Guimares maçının İspanya’da (Portekizliler İspanyollara karşı deplasmanda daha direnişli olabiliyor), Beşiktaş – Bolton maçının Türkiye’de olması, Zenit’in iki iç saha maçını Rusya’nın kuzeyine nazaran hayli sıcak iklimlerden gelecek iki takımla (Sevilla ve Guimares) oynayacak olması, grubun akibeti konusunda tahmin yapmayı zorlaştıran unsurlar. Ayrıca kendi liglerinde Sevilla ve Beşiktaş’ın kötü, Zenit ve Bolton’un iyi görüntüsü (Guimares’inki berbat) ve Bolton’ın ilk defa çıktığı uluslararası arenada ne yapacağının belirsiz olması da işin cabası.

UEFA Kupası’nın nihai belirleyicileri olan Şampiyonlar Ligi’nden elenen üçüncüler gelmeden kupada ileriye bakmak zor. Ama UEFA’nın uluslararası kupaları elinden geldiğince acayipleştirmeye çalışması bile, en azından bir iki grubun dikkatimizi çekmesini de engelleyemiyor.

Mesela Galatasaray’ı eleyen Tromsø’nun yer aldığı E Grubu (Roma, Tromsø, Basel, Zvezda, Strasbourg) kura çekiminden değil de, o güzelim kadroyla gitgide batmayı başaran Roma’nın keyfi seçiminden çıkmış gibi duruyor.

Burada Galatasaray turu geçseydi, seribaşı dengeleri değişeceği için böyle bir grupta yer almayacaktı diye bir hatırlatma yapalım.

Benzer durumdaki F Grubu da, Marsilya, Heerenveen, CSKA Moskova, Dinamo Bükreş ve Levski’den oluşuyor ve bu grup da bize cevabını bilmediğimiz varsayarsak hayli komik hale gelen bir soru sorduruyor: “Bu grubun 1 no’lu seribaşı kimdi?”. Hadi geçen senenin şampiyonunu unutup hep beraber söyleyelim: CSKA Moskova..

Neyse ki meraklısına küçük eğlenceler kabilinden, yazının başında da bahsettiğimiz G Grubu gibi güzellikler de var.

Bundesliga’nın yükselmeye devam eden değeri Trapattoni’nin Stuttgart’ı, Lucescu’nun iyiden iyiye adam ettiği Shaktar, küçük Lucescu’nun Rapid’i, Lige kötü, Avrupa’ya iyi bir başlangıç yapan Rennes ve artık Avrupa’da hem kulüp bazında hem de Milli bazda kendine yer edinen Yunan futbolunun yükseliş-alçalış bakımından yer değiştirip duran temsilcilerinden PAOK, ayrıca Yunan takımlarıyla deplasmanda oynamanın zorluğunu da hatırlayalım (PAOK bu grupta Stuttgart ve Rennes’i konuk edecek)..

Ayrıca bu gruptaki takımların diğer iki ortak noktası: Hepsi isim yapmış takımlar ve kendi liglerinde bu sezon durgun vaziyetteler; bu sebepler onların Avrupa’ya daha bir bilenmesi için geçerli sebepler..

Geri kalanlar için de bir link vererek mevzuyu kapayalım:

http://www.uefa.com/competitions/uefacup/Standings/index.html

Hiç yorum yok: