Konu din olunca kalem oynatmak zorlaşır, tabular üstünüze gelir, tepenizde öbeklenen iki grup oluşa gelir; “Din elden gidiyor“cular, “yeşil sermaye buraya da girdi, şeriat geliyor, cumhuriyetimize sahip çıkalım” cılar. Bu yazı bu iki grubun niye oluştuğunu da açıklar nitelikte ama esas konusu “kul ile tanrı arasındaki inanışın”, beyaz topu iki direk arasından geçirme mantığına dayanan oyunu etkileyip etkilemediği.
Son söylememiz gerekeni ilk söyleyelim, cevap kesinlikle evet. Din bu oyunu etkiliyor.
İslamiyet, Hıristiyanlık, Musevilik ve kitabı olmayan tüm dinler bu oyunu etkiliyor. Etkilemesi de gayet normal. Çünkü dinler aynı zamanda toplumsal hayatı da düzenler ve ilahi dinlere inananların sayısı ve ilahi dinlerin bazı ortak düzenlemeleri göz önüne alındığında toplumsal yaşamın büyük bir çoğunluğu dinlerin hükmü altındadır. Ayrıca din genel olarak uyulması zorunlu kurallar bütünüdür ve bu üç dinde de bir cennet-cehennem anlayışı benimsendiği için kuralların yaptırımı da vardır ve doğal olarak insanların toplumsal hayattaki hareketlerini de etkiler dinler.
Ne kadar inansanız veya inanmasanız da, ya da inanıp görevlerinizi yerine getirseniz veya getirmeseniz de hayatımızın önemli parçalarından biri din. Her şeyden önce yaşadığınız toplumun ya içindesinizdir, ya da dışında. Yani ya afyondan koklarsınız ya da koklamazsınız. Ama koklamazsanız dışarıda pek fazla ayık bulamayabilirsiniz. Toplumların afyonu benzetmesi Marx’ındır ve din içinde, futbol içinde kullanılabilir. Futbolun din ile benzeşmesinin sebeplerinden biri de kurallarının yaptırımları olmasındandır ve şöyle bir ince nokta vardır ki, ikisinin kurallarını da çiğnerseniz çok ciddi yaptırımı hemen görmezsiniz. Yani içki içerseniz gökten bir sopa kafanıza inmez veya penaltı için kendinizi attığınızda bu ilk vukuatınız ise çok bir tepki olmaz. Ama işin ucunda günahkâr olmak veya Nobre ile Arif olmakta var. Bu yüzdendir ki, el ile gol attığınızda sizi santraya değil de, hakemin yanına koşturan güç kıldan köprüye geldiğinizde ne yapacağınızı düşündüren güçtür.
Din adı ne olursa olsun futbolu etkiliyor. Bunu anlamak için herhangi bir futbolcunun sahaya çıkışını izlemek yeterli. Muhakkak kendi dininde ilahi gücün kendisine yardım etmesi dileğini ilahi güce o dinin belirlediği şartlar çerçevesinde bildirir. Ya çimlere sağ ayağı ile giriş yapar, ya istavroz çıkartır, ya da kendi dinince dua eder. Elleri yukarı açıp yukarıdan yardım istemek her üç dinde de vardır ve en basit yardım isteme ve şükür etme yoludur yeşil sahalarda rahatça uygulanabilen.
Çok çok büyük farklılıklar arz etmemekle beraber üç din bu oyunu bazen değişik şiddetlerde ve değişik şekilde etkiliyor.
İslamiyet diğer dinlerden daha fazla sosyal ve toplumsal hayata müdahaleci bir din. Diğer dinler çok fazla toplumsal hayata müdahale etmiyor ve bu yaşantıyı çok fazla meşgul etmiyor. Ama İslamiyet anayasa gibi değil de, tüzük ve yönetmelikler gibi etkileme yolunu seçmiş.
Doğal olarak da Müslüman ülkelerin ulusal takımlarında uzun süreli kamp dönemlerinde cuma günlerine idman koymama durumu veya takımdaki ikili üçlü gruplaşmaların secdeye alnınızı ne kadar koyduğunuz ile alakalı olması imkan dahilinde olan polemiklerdir, islamın hüküm sürdüğü topraklarda. Fakat ben Pazar günü sabahına maç konmamasını isteyen bir Avrupa takımı duymadım.
Yine geldik eski defterlere ve Hakan Şükür’e ama o yeşil sahalarda türbe yeşilinin en önemli simgesi ve bu konuda yazı yazıp ona dokunmamak olmaz. Japonya’da cumaya gidenler ve gitmeyenler ayrımı ve İlhan Mansız ile Yıldıray Baştürk’ün yeşil saha içindeki performansları ile değil inançlarının şiddetine göre forma şansı bulmaları Hakan’ın takımdaki etkisinden ve hayat görüşünden kaynaklandı.
Ayrıca ramazan ayında kulüplerin form grafiklerindeki değişimler bazı oyuncuların kulüp yasaklarına karşın ibadetinde diretmesi İslam dininin futbola etkilerinden bazıları.
Yani İslamiyet biraz daha zorlamacı bir din ve bu sebepledir ki bazen iyi Müslüman olmak, iyi insan olmanın önüne geçebiliyor. Diğer iki dinden farklı olarak şu noktada İslamiyet’in toplumsal hayata ve toplumsal hayatın ortasındaki objelere etkileri biraz daha fazla çünkü İslamiyet Rodin’in dediği gibi siyasal iktidarı da düzenleyen bir kurallar bütünü olarak doğmuştu. Yani kiliseden kaçıp ayaklanmak isteseniz devletten belki yardım görürsünüz ama camiden kaçmanın yaptırımı devlet eli ile Allah’a yakınlaşmak olabilir.
Dinlerin futbolu etkilemesi son derece normal karşılanmalı, Christmast günü maç oynanması normal bir durumken yani toplumsal hayatın akışı bazen inanışlarımızın seyrinin önüne geçebiliyorsa bu bazı dinlerin toplumsal hayata etkilerinin desibel farkındandır.
Futbolun çoğu nüansını etkiler dinler, örneğin sevinç gösterilerini. İslam dinine mensuplarda toplumsal hayatta normal bir olgu olmasına karşın öpmek suretiyle gol sevinci yaşamak çok popüler değildir. Hâlbuki toplumsal hayatta normal olmamasına rağmen Hıristiyanlar bunu sevinçlerinde kullanmaktadır. Ayrıca golü atanı ilahlaştırarak kutlamak da Müslüman oyuncularda çok görülen bir kutlama biçimi değildir. Şirk koşmak İslamiyet’te en büyük günahtır. Bu birazda her konuda ölçülü olmamızı, sofradan tok kalkmamızı öğütleyen dinimizin bir etkisi olabilir mi? Sevincimizi tam manası ile yaşayamamak ve bunu garip sinir gösterileri ile birilerine yansıtmak beklide bu bastırılmış duygunun etkisidir.
Bir başka altı çizilmesi gereken noktada dinlerin kullandığı simgelerdir. Hıristiyanlıkta İsa ve 12 havarisi varken, İslamiyet’te Hz. Muhammed tekdir ve ondan sonra gelenler durumu idare etmeye çalışmışlar fakat başarılı olamamışlardır. Bu toplumsal hayatta öndere ihtiyaç duyan ve devrim, ihtilal gibi kelimelere çok yabancı halkımızın niye böyle olduğunu açıklar mı? Açıklamaz ise şu cümleyle devam edelim. Hıristiyanlık karşıtları kilise tarafından hadım edilmiş fakat bu hadım edilenler tüp bebekler yardımı ile nesillerini devam ettirip kilisenin çanına karşı mücadeleye devam ederek ortaçağı sonlandırmışlardır. Yani “alkışı duymuş, ihaneti görmüş” bir topluluk. Bizde ise ayaklananların kellesi sokaklarda gezdirilmiş ya da toplumsal linç anlayışımız harekete geçmiş ve bizden farklı düşünenleri yakmak alışkanlık olmuştur. Daha da kötüsü o kelleler ve yakılan küller gömüldükleri topraktan yeni filizler doğurmamış ve meşru kılınan güç, otorite oluşmuştur. Bu yüzdendir ki, Müslüman ülke milli takımları daha koyun gibi yönetilen takımlardır, bireysel yaratıcılık azdır, sorumluluk dağıtılmaz. Otoriteye karşı boyun eğmek normal bir davranıştır haklı olsun veya olmasın, tahtı hak etsin veya etmesin, otorite otoritedir, kudretinden sual olunmaz. Diğer dinlerde ise birlik daha önemli ve işlevseldir. Kolektif futbol oynayan bir Müslüman takımı görmek zordur fakat bütün Müslüman takımların bir lideri vardır ve onun arkasında mücadeleden hiç korkmayan 10 savaşçı.
Bütün bunlardan çıkarılacak sonuç o veya bu şekilde bütün dinlerin bu oyunu etkilediği. İslamiyet’te bunun dozajı biraz fazla. Toplumsal hayatın bütün nesneleri doğal bir süreç olarak dinlerden etkilenirler ve futbolda yaşadığımız devirde toplumsal hayatın en önemli nesnelerinden biri.
Futbola yeşil sermaye girdi veya Müslüman transfer edelim ramazanda takımdan sivrilip çıkıntı olmasın anlayışı biraz manasız. Peki ya bir görüş öne çıkar ve takımlarımızda kamusal alanın orta sahamı yoksa forvet arkası mı olduğu tartışmaları baş gösterirse ne olacak?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder