Çılgın bir soru değil mi? Herkes kaleci portrelerine devam etmemi beklerken, bendeniz bugünlerde kafayı penaltılara taktım. Aslında eski bir yazıda bahsettiğim bir bilginin geçtiği makaleyi aramaya başladım ama sonuçlar, penaltı konusuna takık bir sürü araştırma serdi önüme. İşin ilginci; bu bilimsel çalışmalar sadece spor bilimi ya da spor psikolojisi ile sınırlı değildi. Futbol meraklısı bilim adamları, güzel oyunun bu en heyecanlı anını; ekonomik denge modellerinden, oyun teorisine, sosyolojiye ve genel psikolojiye kadar değişen bir çok alana uyarlamışlar. Son hızla bu çalışmalara dalmadan önce, penaltının tarihini tekrar hatırlayalım.
Kaleciliğin tarihini anlattığım yazıda da değindiğim gibi, penaltı fikri kendisi de bir kaleci olan İrlandalı Wlliam McCrum tarafından 1890 yılında ortaya atılmıştır (aynı zamanda işadamı olan McCrum’un bu mentalitesiyle ne kadar başarılı bir işadamı olduğunu merak ediyorum). O zamanlar futbol hâlen centilmenlerin oyunudur ve penaltı fikri çok büyük tartışmaya yol açar. Çünkü centilbeyler, penaltıya sebep olacak davranışların isteyerek yapılmasının asaletlerine sığmayacağına inanmaktadırlar. Yine de penaltı, 2 Haziran 1891 yılında oyun kurallarına girer ve 1891-92 sezonunda uygulamaya konur. Tarihin ilk penaltı düdüğü 14 Eylül 1891 yılındaki, Wolverhampton Wanderers ile Acrington Stanley arasındaki maçta çalınır ve Wolverhampton’dan John Heath bu vuruşu gole çevirir. Bu arada Corinthians (Brezilya’daki takıma da isim babalığı yapan İngiliz takımı), uzun bir süre penaltı atışlarını bilerek dışarı atarak centilbeylliğin son kalesi olur.
Penaltı atışı sadece adının ima ettiği şekilde bir “ceza” atışı değildir. Oyun modernleştikçe, uluslararası turnuvalarda beraberlikle biten maçların sonunda kazanan tarafı belirlemek için “seri penaltılar” diye bir kavram da ortaya çıkmıştır. Seri penaltıların fikir babası tam olarak belli değildir ancak 1960’ların sonunda ortaya atılan bu fikir FIFA ve UEFA tarafından 1970 yılında kabul edilmiştir. Bu arada bir başka ilginç not; 1976 yılına kadar seri penaltılar sırayla değil, beşer beşer atılmış. Seri penaltılar artık bizim nesil için çok normal bir hâle gelmiştir. Nitekim, son 5 Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonasında oynanan 110 eleme maçından 24‘ünün sonucu penaltılarla belirlenmiştir. Ben aslında bu işe giderek daha karşı çıkıyorum. Turnuvadaki takım sayısına göre çeyrek ya da yarı finallerden itibaren 120 dakika sonunda yenişemeyen takımlar, eskiden olduğu gibi tekrar oynamalı. Bu sıkıntı sadece bana ait değil. Bir maçın galibinin belirlenmesi için penaltı atışlarının çok zayıf ve bireysel kaldığı eleştirisini yapan kesimler son yıllarda seslerini giderek yükseltmişlerdir ve en son 2006 Dünya Kupası’nın sahibinin de penaltılarla belirlenmesi üzerine FIFA Başkanı Sepp Blatter bile “bir daha Dünya Kupası finallerinde penaltı atışı görmek istemediğini” söylemiştir. Altın ve Gümüş Gol uygulamaları, seri penaltılara bir alternatif olarak uygulamaya konsa da takımların gol atmaktan çok yememeyi tercih etmeleri nedeniyle 2004 yılında kaldırılmıştır. Maçın tekrarının yanında bugünlerde tartışılan diğer alternatifler ise; maç içinde atılan korner sayısı, takımların turnuvada o ana kadarki gol averajları, sarı-kırmızı kart sayısının az olması gibi seçeneklerdir ama bence bunların hepsi % 100 objektif olmaktan uzak fantezilerden öteye gidemez ve uygulamaya konsalar da Altın ve Gümüş Gol’den daha uzun ömürlü olmayacaklardır. En iyisi gene en azından son turlarda maçların tekrar edilmesidir. Bunun getireceği bazı zorluklar olsa da hem futbol izleyicileri, hem yayıncılar ve sponsorlar için faydası söz konusu zorlukları çok rahat telafi edecektir. Bence en uçuk fikirlerden birisi, direkten dönen topların yarım gol olarak sayılması. Buna müsaadenizle ben de bir ek yapayım; deplasmanda direkten dönen toplar da bir gol sayılsın.
Ele alınan maç verisine göre değişmekle beraber, modern futbolda penaltıların gol olma oranı yaklaşık % 75’den başlıyor. Giderek kısırlaştığından şikayet edilen oyun içerisinde gol ihtimali en yüksek pozisyon olması ve seri penaltılarda bir takımın kaderini belirlemesi nedeniyle penaltıların önemi giderek artmaktadır ve bugün bilim de bir yandan ideal penaltı atışını kovalarken, bir yandan da kalecilerin penaltıyı nasıl kurtardıklarını ya da kurtarabileceklerini araştırıyor.
Futbolun kural kitabında, kalecinin top harekete geçene kadar kale çizgisinden ayrılması yasaklanmaktadır ancak kaleciler bu kuralı neredeyse her zaman ihlal etmektedir ve daha da ilginci hakemler, çok bariz olmadığı sürece buna göz yummaktadır. Bunun sebebini bilim çok güzel açıklıyor; vuruş anından itibaren saatte 80 km hızı aşabilen topun kaleye varması en fazla 0.5 saniyeyi buluyor ve insan yapısı, topun hangi yöne gideceğini bu sürenin yarısı geçtikten sonra algılayabiliyor. Kalan yaklaşık 250 milisaniyelik süre ise, insan olan hiçbir kalecinin tepki verip topu kurtarabilmesi için yeterli değil. Bunun için kaleciler çoğu zaman, vuruş yapılmadan önce bir köşe seçip atlıyorlar. Öncelikle bu köşe seçip atlamaya bir bakalım sonra, köşe seçiminin tamamen tahmin mi yoksa, penaltıyı atan oyuncuyla alakalı bir mevzuu mu olduğuna döneriz.
İsrailli 5 bilim insanı, uluslararası turnuvalar ve önemli liglerde atılan 286 penaltı atışını incelemiş ve kaleciler için penaltıyı kurtarma ihtimalinin en yüksek olacağı hareketin, üçe bölünen (sağ, orta ve sol) kalenin ortasında kalmak olduğunu (% 60) ortaya koymuştur (1). Ancak kaleciler, ele alınan 286 penaltının sadece % 6.3’ünde ortada kalmayı tercih etmiş, yarısına yakınında sola (% 49.3), ondan biraz daha az bir oranda ise (% 44.4) sağa atlamışlardır. Aslında davranış pisikolojisine yönelik yapılan bu çalışmada, kalecilerin çoğunlukla bir köşe seçip atlamasının sebebinin, “deneyerek yanılma” yerine “hareketsiz kalarak yanılma”nın seçilmesi durumunda daha fazla eleştirilme korkusu olduğu savunulmaktadır. Bu çalışmanın başka bir ilginç sonucu ise, penaltı atıcısı ve kalecinin köşe seçimlerinin tamamen olmasa da büyük ölçüde birbirinden bağımsız olduğu yönündedir. Bilim insanları, kaleciler için penaltı atışında kalenin ortasında kalmalarının ideale en yakın durum olduğunu savunsalar da bunun sadece geçici bir avantaj sağlayacağına dikkat çekmektedirler. Eğer kaleciler, ortada durarak penaltı atışlarını daha yüksek bir oranda kurtarmaya başlarsa, penaltı atanlar da bir süre sonra topu köşelere göndermeye başlayacaktır.
Topun, penaltı noktası ve kale arasındaki 11 metreyi sadece yarım saniyede geçmesi ve bunun yarısının zaten topun gittiği yönü algılama telaşında kaybolması, kalecileri çoğu zaman daha vuruş yapılmadan bir köşe seçip atlama hareketine başlamaları için zorlar. Ancak gelişen bilimle birlikte bu körü körüne bir tahmin olmaktan çıkmaktadır. Birçok yerde geçmesine rağmen orijinalini bulamadığım bir çalışma, 50 yıllık penaltı verisini incelemiş ve bu penaltıların % 80-85 (değişiyor) arasında bir oranda, atıcının destek ayağının gösterdiği köşeye atıldığını göstermiştir. Buna paralel olan diğer araştırmalar ise, bu ipucunun sadece ayakta değil; diz, baldır ve kalça kemiğine kadar uzanabildiğini ortaya koymaktadır. Penaltı atışını yapan oyuncu, vuruş için verdiği kararı değiştirebileceği son an olan “geri dönülemez noktayı”, vuruştan yaklaşık 250 milisaniye önce geçmektedir (2) ve bu 250 milisaniye, kaleci için çok değerli bir hâle gelmektedir, çünkü normal şartlarda vuruş anından sonra yaklaşık aynı süre sadece topun nereye gideceğini algılamakla harcamaktadır. Bu değerli ana ulaşabilen en iyi kaleciler ise genellikle vuruş anından 100 milisaniye önce hareketlerine başlayabiliyorlar. Bu arada “geri dönülemez nokta” demişken; laboratuar koşullarında ölçülen 250 milisaniye, maçlarda strese bağlı olarak 290 milisaniyeye kadar ulaşmaktadır (3). Kendi açımdan söyleyebilirim ki; penaltı atanların destek ayağında dizin gösterdiği yönü takip etmeye başladığımdan bu yana penaltı kurtarma oranım çok arttı.
Bilimin bütün yardımlarına rağmen, kaleciler hâlen penaltılarda dezavantajlı taraflar. Penaltıların yaklaşık % 30’u “kurtarılamaz” noktalara atılıyor. Kurtarılamaz noktalar ise tahmin edebileceğiniz gibi kalelerin daha çok üst köşelerine yakın bölgeler. Bundesliga’da 16 yıl boyunca atılan penaltıların inceleyen Alman bir profesör; bütün penaltılar için % 76 olan gol olma oranının, kalenin üst yarısına atılan penaltılarda % 99 gibi ölümcül bir orana ulaştığını göstermiştir (4). Penaltı atışlarında topu yükseltmenin riski de gözönüne alınırsa, bu durumu “yüksek getiri istiyorsan, yüksek risk” alacaksın şeklinde yazılan finansal yatırım anayasasıyla bağdaştırabiliriz.
Diğer yandan, seri penaltı atışlarında kalecilerin başarı oranlarının % 25’e kadar çıktığı tespit edilmiş. Bunun için iki olası sebep ileri sürülüyor; (1) kalecilerin seri penaltı atışları ilerledikçe oyuncuların vuruşlarını daha rahat tahmin edebilmeleri ve (2) maç içindeki penaltıların aksine, seri penaltılarda kaleciden dönen topun tekrar gol yapılamaz olması ve dolayısıyla kalecilerin topu çeleceği yeri düşünmeden sadece penaltı atışını kurtarmaya odaklanması.
Son zamanlarda yapılan bir başka ilginç araştırma ise, kalecilerin 200 penaltı atışının % 96’sında kaleyi tam ortalamadan, yaklaşık 10 santimetre kadar bir tarafa saptıklarını tespit etmiştir. Ancak, bu durumun tespit edildiği 190 penaltının yarısında daha dar bıraktıkları köşeye atlamaları, bunun bilinçli bir strateji olmadığını düşündürmektedir (5). E normal yani, bizim gözümüz de lazerli ölçüm aracı değil ki penaltı noktasını % 100 ortalayabilelim. Ama diğer yandan, penaltı atanlar ise sadece 10 santimlik bu farka aldanmakta ve topu çoğunlukla kalecinin daha fazla alan bıraktığı tarafa atmayı tercih etmektedirler. Demek ki neymiş, örneğin sağ tarafı güçlü bir kaleci, penaltı atışlarında hafif solda durarak, atan oyuncuyu kışkırtabilir.
Bilim, bir yandan da penaltı vuruşlarında başarı yüzdesinin artırılmasına kafa yormaktadır. Belki hatırlayanınınız vardır. İngiltere’nin uluslararası turnuvalardan peşpeşe (1998 ve 2006 Dünya Kupaları ile 1996, 2004 Avrupa Şampiyonları) penaltı vuruşları sonrasında elenmesi üzerine İngiliz matematikçiler, 2006 yılında “mükemmel penaltının” formlünü hesaplamışlar ve o zaman hâlen milli takımın başında olan Sven-Goran Erikkson’a yollamışlardı. Vuruş için kaç adım geriye çekileceği, topa vurmak için beklenen süre, şutun hızı ve ayağın pozisyonu gibi 7 değişkeni içeren formül aynen şöyle:
((X + Y + S) / 2) x ((T + I + 2B) / 4))+(V / 2) - 1
Anlayan varsa beri gelsin.
Biraz daha gerçekçi bir çalışmada ise Türk bilim adamları, başarılı bir penaltı atışı için dizlerin yaklaşık 60 derece bükülmesi ve vuruş yapan ayağın yaklaşık 70 derecelik bir açı yapması gerektiğini hesaplamışlar. Ayrıca, vücut penaltı atışını akışkan bir şekilde yapmalı ve topa vurulmasından sonra da bu hareketin sürdürülmesi gerekliymiş (6)
Altıpas’ta Tek Başına köşesine yazdığım ilk yazıda; o ünlü kitap ve kitaptan uyarlanan filmde savunulanın aksine “Kalecinin penaltı anındaki endişesi” diye bir şey olmadığını ileri sürmüştüm. Kaleci zaten kurtarma ihtimali çok az olan bir durumla karşı karşıyadır ve ben penaltı golü yedi diye kaleci eleştirildiğini hiç duymadım. Kalecilerde böyle bir endişe varsa bile, penaltıyı kaçırıp “kolayı becerememe” stresi yaşayan atıcının endişesinin çok daha fazladır. Nitekim, bilim de bunu doğruluyor. Örneğin, 2004 Avrupa Şampiyonası Çeyrek Finali’nde karşı karşıya gelen ve sonucu penaltı atışlarında belirlenen Hollanda-İsveç maçında penaltı atan 8 oyuncu üzerinde yapılan bir araştırmada, maçın görüntüleri tekrar izletilen oyuncuların o anla ilgili ilk bildirdikleri duygu “endişe” olmuş (7). Daha da ilginci, penaltı atan oyuncuların endişeleri, orta yuvarlakta sıralarını beklerken maksimum seviyeye ulaşmış. Hemen yukarıda, stresin “geri dönülmez nokta”yı geçiş süresini uzattığından zaten bahsetmiştik. Penaltı atan oyuncuların stresi ayrıca, vuruştan önce bekledikleri süreyi de kısaltmakta ve vuruşu gerçekleştirmeden önce daha kısa bekleyen oyuncuların penaltıyı gole çevirme oranı % 58’e kadar düşmektedir (8). Bu yazıda ele aldığımız belki de en ilginç çalışma, yazıya da başlığını vermiştir. Bu araştırmaya göre, çalışma hayatında daha kollektif bir kültüre sahip ülkeler seri penaltılarda daha başarılı olurken, daha bireysel olan ülkelerin oyuncuları ise başarısızlık stresini daha yoğun bir şekilde hissetmekte ve seri penaltı atışlarında başarısız olmaktadır (9).
Yeteri kadar bilim yaptık heralde. Şimdi de seri penaltıların dünyasına biraz daha dalalım ve birkaç çılgın rakamla yazıyı bitirelim. 2005 yılında 20 yaş altı takımların katıldığı bir turnuvada 3.’lük maçı oynayan Burkina Faso ve Kamerun arasındaki seri penaltılar tam 49. penaltıda sona ermiş ve Burkina Faso, artık uyuyakalan Kamerun kalecisini son bir kez avlayarak maçı 25-24 kazanmıştır. Ancak Uluslararası Futbol İstatistikleri Federasyonu, profesyonel seviyede olmayan bu maçı sadece bilgi olarak veriyor ve resmî olarak birinciliği KK Palace ve Civics’in karşılıklı 48 penaltı attığı 2005 Namibya Kupası 2. tur eşleşmesi olarak kaydediyor. Bu listede 5. sırada yer alan 1996/97 Türkiye Kupası Çeyrek Finali ise, penaltıların gole dönüşme oranı en yüksek maç (% 95.8) olarak tarihe geçiyor. Ankara’da karşılaşan Gençlerbirliği ve Galatasaray, normal süresi ve uzatmaları 1-1 biten maçta penaltılara kalıyorlar. Karşılıklı atılan ilk 16’şar penaltı gol olduktan sonra Cim Bom’dan İlyas takımının 17. penaltısını Kubilay’a teslim ediyor. Gençlerbirliği’nden Osman ise ikinci defa penaltıyı başarıyla sonuçlandırınca takımı 18-17’lik sonuçla yarı finale yükseliyor. Bu arada Hayrettin 17, Kubilay ise 16 penaltı boyunca kendisini yerden yere atmalarına rağmen, topu ağlarında görüyorlar ve Hayrettin o kadar penaltının bir tanesini bile kurtaramadığı için “yuh be” ödülüne layık görülüyor. Diğer yandan, en kısır seri penaltı atışları olarak % 25 (4’te 1) gol oranıyla tarihe geçen birkaç maçtan belki de en önemlisi, 1985/86 Şampiyon Klüpler Kupası finalidir. Barcelona ile Steua Bükreş arasındaki maçın ilk 4 penaltısını Urruti ve Ducadam kurtarmıştır. Urruti, Lacatus ve Balint’in attığı sonraki iki penaltıyı engelleyemezken, efsaneleşen Ducadam tutmaya devam etmiş ve Steua 2-0’lık skorla Kupa’ya uzanmıştır.
Hem araştırırken hem de yazarken muhteşem keyif aldığım bir yazı oldu bu... Umarım size de aynı keyfi vermiş ve aynen bana olduğu gibi zaman zaman kaşlarınızı kaldırıp “vay anasını” deyivermişsinizdir. Bir dahaki yazıda, 20. yy’ın en büyük kalecilerine hürmetlerimizi sunmaya kaldığımız yerden devam edicez...
Kaynakça:
(1) Bar-Eli, M., Azar, O. H., Ritov, I., Keidar-Levin, Y. ve Schein, G. Action bias among elite soccer goalkeepers: The case of penalty kicks.
(2) Farrow, D., Rath, D. ve Royal, K. The Kinematics of the Soccer Penalty Kick: Can They Be Used to Improve the Anticipatroy Performance of Goalkeepers?
(3) Miyamoto, N., Morya, E., Bertolassi, M. Ve Ranvaud, R. Penalty Kicks and Stress.
(4) Wikipedia. Penalty Kick.
(5) Masters, R., van der Kamp, J. ve Jackson, R. Imperceptibly Off-Center Goalkeepers Influence Penalty-Kick Direction in Soccer.
(6) Ak E, Göktepe, A. Çiçek, Ş., Karabörk, H. ve Korkusuz, F. Photogrammetric Analysis of Penalty Kick in Soccer.
(7) Jordet, G., Elferink-Gemser, M.T., Lemmink, K. ve Visscher, C. Emotions at the Penalty Mark: An Interview Analysis of Players Performing in International Penalty Shoot-outs.
(8) Jordet, G., Hartman, E. ve Sigmundstad, E. “What’s the Hurry”: A Temporal Analysis of Pre-shot Behaviour in International Penalty Shoot-outs.
(9) Billsberry, J., Nelson, P., Van Meurs, N. ve Edwards, G. Are Penalty Shoot-outs Racist?