Avrupa'nın ortasında olmasına rağmen Almanya turistik açıdan pek de rağbet görmeyen bir ülke. Ben de kişisel olarak iş için Almanya'ya gelmek durumunda olmasam kalkıp gelir miydim emin değilim. Hazır gelmişken de haftasonu ile birleştirip Hamburg'a geldim.
Açıkcası Avrupa'nın en büyük limanlarından biri ve Berlin'den sonra Almanya'nın ikinci büyük şehri olması dışında birtek futbol takımını bildiğim bunun dışında bir turist olarak ne yapılacağı hakkında en ufak fikrim olmadan geldim Hamburg'a. Tek dayanağım yakınındaki Bremen ve Lübeck'in UNESCO dünya mirası listesinde olmasıydı. Zaten Hamburg'a gelir gelmez ilk yaptığım iş Lübeck'e gittim. Orası bundan sonraki yazının konusu.
İlk öğrendiğim şey, bizim taraftarı sayesinde bildiğimiz St. Pauli esasında Cihangir ila Red light district arası bir semtmiş. Şöyle ki tiyatrolar, müzikaller; stripclublar ile yanyana. Şanssızlığım pazar akşamı Hamburg'da olmamdı. Zira burada da pazar gecesi oldukça ölü. Zaten ufak olan şehirde kimse pazar gecesi eğlenmeye çıkmıyordu ve kalabalık olmayınca da eğlence de yoktu. Böylece Reeperbahn'ın meşhur gece hayatının tadına varamadan Hamburg'tan ayrıldım.
Şehir liman şehri ve limanın turistik açıdan pek de bir değeri yok. Bu anlamda şehrin belki de tek görülmeye değer yeri Miniatur Wunderland. Elektrikli oyuncak trenlerin oradan oraya haraket ettiği muazzam maketler yaratmışlar. Tarih ve coğrafyaya merakınız varsa buradan çok keyif alabilirsiniz. Eğer tren istasyonundaki penguen ailesi gibi detaylara takılıp uzun uzun maketleri incelerseniz çok rahat saatlerinizi geçirebilirsiniz. Ben kısmen üstünkörü dolaşmama rağmen 2 saatten fazla kaldım.
Onun dışında da açıkçası pek de birşey yok. Kanalları bir Amsterdam falan değil. Böyle diyen varsa Amsterdam'ı hiç görmemiştir. İkinci dünya savaşında şehir yerle bir olduğu için de öyle kayda değer bir tarihi birikim de yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder