Galler’in başkentinden sonra ertesi günün programında ise
İskoçya’nın başketine, Edinburgh’a yolculuk var. Dediğim gibi ilginç bir
şekilde uçakla Londra’dan Edinburgh’a gitmek hem daha kısa sürüyor hem de daha
ucuz. İskoçya’ya geldiğimizde Glasgow’da İngiliz Milletler Topluluğu
olimpiyatları yapılıyordu. Dünya Kupası bitmiş, daha ligler de başlamamışken
gündemi bu meşgul ediyordu. Henüz o zaman çok da dikkat etmediğim bağımsızlık
oylaması ile ilgili stickerlar ve posterlerde sağa sola yapıştırılmıştı.
Edinburgh esasında gezmesi çok basit bir şehir. Şehrin
tepesindeki Edinburgh kalesi tüm güzelliği ile şehrin her yerinden
görülebiliyor. Şehrin aşağısında ise bugün halen daha Kraliyet’in resmi konağı
olan Holyroodhouse Saray’ı bulunuyor. İşte eski şehir de bu iki kompleksi
birbirine bağlayan 1 millik arnavut kaldırımlı yolun iki yanından oluşuyor.
Bath örneğinde olduğu gibi, burada da yolun ismi kendiliğinden gelişmiş.
Kraliyet’in kaleden saraya gitiği bir mil uzunluğundaki yolun ismi de haliyle
Royal Mile olmuş.
Yolun iki yanındaki binalar da genelde 15 ve 16. Yüzyılda
inşa edilmiş. Yukarıdan aşağıya yürürken büyük katedrallerden, reformist John
Knox’un evine kadar en azından önünde bir durulup fotoğrafını çekmeye değecek
epey bir bina var.
Binalar genel olarak birbirine bitişik yapıldığından “close”
adı verilen geçitler eski şehrin bir
başka turistik etkinliğinin ana kaynağı. Real Mary Closes gibi korku turlarına
katılırsanız öğreneceğiniz gibi şehrin zenginleri Royal Mile’ın iki yanındaki
bu binalarda yaşarlarken, şehrin fakirleri bu binaların altındaki gün ışığının
içeri girmediği bu bodrumlarda hayatlarını geçiriyorlarmış.
Tren yolunun hemen karşısındaki Primemark’tan Mango’ya kadar
bütün mağazaların sıralandığı kısım ise Yeni Şehir. Şehir, Royal Mile’ın
etrafına sığmaz olunca, 18. Yüzyılda şehri genişletme ihtiyacı doğmuş ve
böylece bugün Eski Şehir ile birlikte UNESCO dünya mirası listesinde yer alan
yeni şehir kurulmuş. Haliyle Yeni Şehir’in mimari planlaması çok daha düzenli,
bloklar halinde yapılmış. Bu yakaya baktığınızda dikkatinizi çekecek sağ
tarafta yer alan büyük görkemli bina Balmoral Oteli.
İskoçya deyince bir erkek için belki de en akla gelen
konulardan birisi de viski. Viski’nin ana vatanı olan İskoçya’da temel olarak 4
tip Viski coğrafyası bulunuyor. Viski hakkında iyi bir bilgi almak ve bu
viskileri tatmak için kalenin hemen aşağısında yer alan Scottish Whiskey
Experience’a gitmenizi tavsiye ediyorum. Buraya gittikten sonra hala “Jack Daniel’s süper viski ya!” diyeni
viski fıçısında boğarım. Buna para ödemek istemiyorsanız bile en azından
mağazasına girerek çeşit çeşit viskileri bulabilirsiniz. Bu deneyimden sonra
benim artık favorim Ardbeg. Çok yoğun bir tadı var. Duty Freelerde de
bulunabiliyor. Meraklısı için viski chartını da ekliyorum.
Edinburgh’ta gezip görme esasında hiç ucuz değil. Esasında
poundu yuvarlak hesap dört ile çarpmak gerektiği için hiçbir şekilde ucuz
değil. Ama kaleye de gideyim, saraya da gireyim, viski de içeyim demek kafadan
60 pound harcamak demek. “Sanki hergün
Edinburgh’a mı gidiyoruz, gelmişken herşeyi gezelim, görelim bari”
mantığındaysanız eğer o zaman son bir yer daha anlatayım. Hem böylece “hem gezi yazısı yazıyosun, hem de hiçbişi
anlatmıyosun” dememiş olursunuz.
Whiskey Experience’ın hemen karşısında Camera Obscura diye
bir kule var. Victoria döneminde inşa edilen bu kulenin tepesindeki lensler ve
aynalar kullanılarak yaratılan mekanizma sayesinde Edinburgh manzarası yuvarlak
beyaz masaya yansıtılıyor. Bunun dışında ise görsel hileler kullanılarak
yapılmış hologramlar ve optikler yer alıyor.
Bunun dışında meraklısı varsa Elephant House, “aha işte JK Rowling, Harry Potter’ı bu
masada yazdı” diye bangır bangır pazarlamasını yapıyor. Güzel bir kale
manzarası bulunan kafede bagel yiyebilirsiniz.
Daha önce Glasgow’a da gitmiştim. Edinburgh turistik bir
şehir olması sebebiyle Glasgow’a göre çok daha pahalı. Örneğin Glasgow’da bir
kahvaltı 3.5 pound iken Edinburgh’ta 5.5 pounda anca kahvaltı edebiliyorsunuz.
Dediğim gibi Edinburgh’ta geçirmeniz gereken süre, ne kadar
gezilecek görülecek yerlere para harcamak istediğiniz ile alakalı. E tamam işte
dışarıdan kaleyi, sarayı gördük yeter bu kadar derseniz bir günde yürüyerek
şehri talan edebilirsiniz. Bizim daha vaktimiz var daha başka ne var derseniz,
şehrin 10 km kadar dışına, deniz kenarına alalım sizi. Denizin ortasında
Incholm diye ufak bir ada var. 12. Yüzyılda buraya bir manastır dikmişler.
Arada sırada İngilizler bu manastırı talan etse de genel haliyle manastır
ayakta kalmış durumda. Hatta düğünler için çok tercih edilen bir yer. İsterseniz
buraya da gidebilirsiniz. Edinburgh’ta 2 gece kaldıktan sonra tekrar uçağa
atlayıp Kuzey İrlanda’ya geçiyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder