İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

9.06.2006

Dünya Kupası'nı Sevememek

Kutlu olsun! Dört senedir yolunu gözlediğimiz, Halit Kıvanç nostaljileriyle abartılan, belgesellerle, TV programlarıyla kutsanan, politik meydanımız, pazarlama arenamız, bahis tuzağımız, en büyük karnavalımız bugün başlıyor. Dünya Kupası’na daha eleştirel bir gözle bakabilmek, hatta onu sevmemek için o kadar çok geçerli neden var ki aslında…

Her şeyden önce, “güzel oyun”’un politikaya, ulusçuluğa alet edilmesidir Dünya Kupası. Kritik karşılaşmalarda uluslar arasında süregelen çatışmalar alevlenir mesela. II. Dünya Savaşı’ndan beri birbirlerine gıcık olan Almanya-Hollanda ne zaman karşılaşsa iki ülkede de kıyamet kopar. Nitekim benzer bir örneği, zamanında Arjantin’in İngiliz sömürgesi olmasından, daha sonraları ise Faulkland Adası Krizi sonrası araları iyice gerilen İngiltere-Arjantin müsabakalrı teşkil eder. Maradona eliyle gol atar, “Tanrı’nın eli” İngiltere’ye girer. Sanki zamanında İngilizlerin çektirdiği zulüm, bu fair-play karşıtı hareketi meşrulaştırırmış gibi… Ev sahibi ülkeler mütemadiyen kollanır; tıpkı 2002’de İtalya-Güney Kore ve İspanya-Güney Kore maçlarındaki tarzda skandal hakem yönetimlerine tanık oluruz. Ünlü toplum-siyaset bilimci Anderson’ın tezine göre “hayali topluluklar” olan ulusların, yapay ulus benliklerini sağlamlaştıracak mazeretler türer her yeni Dünya Kupası’nda.

Ha bir de politikacılar var. Kamerun’da ülkenin yönetiminde söz sahibi olan 2 dominant kabile vardır: Beti’ler ve Bemileke’ler. Zaten daimi bir şekilde politik çalkantıda bulunan tipik bir Afrika ulusu gibi, bu iki kabile yönetimi de ülkenin dizginlerini elinde tutmak için var gücüyle çalışır. Kamerun Aslanları, İtalya 90’da çeyrek finale çıktığında o dönemde gücü elinnde bulunduran Başkan Bia, ülkenin başarısının baş mimarı olarak kendi partisini gösterdiğinde, cehaleti malum Kamerun halkı kendisine saf saf inanmıştı. Aynı takım Amerika 94’te Kamerun kupada averaj takımı olduğunda ise sürekli hakemleri suçlamakla yetinmiştir. Futbol, çok geniş kitlelere hitab eden, ulusal birliği pekiştiren, toplumsal mobiliteyi arttıran bir fenomen olduğundan daha nice devlet adamı, Dünya Kupası’nı eşsiz bir propaganda aracı olarak görmüştür. Tıpkı 2002’de Haluk Ulusoy ve dönemin Gençlik & Spor bakanının, milli takımımızın başarısını iliğine kadar sömürdüğü gibi…

Giderek etkisini gösteren küreselleşmeyle beraber ulusal kimlikler bulanadursun, Dünya Kupası, “ulus” bilincini pekiştiren bir araç olmaktan giderek çıkmış, bir tür “uluslararası pazarlama karnavalı” moduna girmiştir. Soccernet.com Almanya yazarı Matthias Krug dahi Almanya’nın organizasyonunu “rahatsız edici derecede fırsatçı ve para amaçlı” bulmakta, bu duruma içten içe dellenmektedir. Zaten yazları doğru dürüst turist yüzü görmeyen, bilimum insan kaynaklarını Alanya plajlarımıza akıtan Almanya, ekonomisini canlandırmak için yaptığı bu dahiane plan tam da suya düşecekken, FIFA Okyanusya temsilcisinin kanına(?) giriverip, mevzubahis şahsın “çekimser” oyuyla kupayı son anda Güney Afrika’ya gitmekten alıkoymuştur. Bu “suçun” bir numaralı şüphelisi FIFA’nın başkanı Sepp Blatter ise, Türkiye’nin UEFA’dan afaroz edilmesini istemesi yetmiyormuş gibi, vakit kaybetmeden Almanya ’06 kulislerinde Premier Lig, La Liga ve Serie A’nın 20 takımdan 18 takıma düşürülmesi yolunda lobicilik faaliyetlerine başlamıştır. Neymiş? Milli maçlar takviminde 4 tane ekstradan yer gerekiyormuş.

Bilindiği üzere futbol aşığı Dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu 3. Dünya vatandaşları oluşturuyor. Bu futbolseverler, kendi takımları hüsrana uğradığında, genellikle “düşenin halinden düşen anlar” zihniyetiyle daha fakir ulusların takımlarını tutuyorlar. Brezilya İngiltere kadar zengin bir ülke olsa, her ne kadar aynı oyunu oynarsa oynasın, kesinlikle bu kadar sevilmezdi. Örneğin bir ABD-Arjantin basket maçında Türk halkının çoğunluğu Arjantin’i destekliyor. Neden? Yine aynı pan-3.Dünya zihniyeti... Kamerun örneğinden devam edecek olursak, Kamerunlular, takımları ABD 94’te gruptan çıkamadığında, pan-Afrikanist bir şekilde, yakın bir zamana kadar sınır ihlali yüzünden didiştikleri Nijerya’yı desteklemişler.

Gelişmekte olan ülkelere şahin gözlerini dikmiş Nike, Puma gibi markaların, bu ezilmişlik zihniyetini sömürmeye çalışmalarının ne kadar etik olduğu da sorgulanmalı öyleyse. Nike’ın reklamlarını temel alalım. Neden “Güzel oyun,” “Beautiful Game,” “schönes Spiel,” "beau Jeu" filan değil de “Joga Bonito”? Reklam Cantona’ya duyduğum saygıyı azalttı resmen. Neymiş Nike’ın Joga Bonito futbol manifestosu? 4-4-2” olmasın artık, neden “2-2-6 oynamıyoruz, diyor, sonra arkaya Brezilya milli takımının jingılları giriyor. İyi o zaman, Brezilya neden hiç o formasyonda oynamıyor? “Bizde “dalmak” (diving-İngilizce’de iki anlamda kullanılır: 1. Rakibe Allah yarattı demeden girmek, 2. Kendini yere atmak) yok, diyor. Herhalde şu dünyada kendini en çok yere atan oyuncu istatistikleri 1. İtalya, 2. İspanya, 3. Brezilya diye sıralanır. Biliyorsunuz, zaten Rivaldo da 2002 Dünya Kupası’nda milli takımımıza karşı vakit geçirmek için iğrenç bir şekilde yerlerde sürünmedi. Hatta ve hatta, Brezilya Futbol Federasyonunu adeta satın alan “biricik evlatları” Ronaldo’yu, yıldızın futbol hayatının bitme riskini göze alarak, Adidas-Nike eheemmm!!! Fransa-Brezilya finalinde zorla, iğneyle oynatanlar da Nike değil Lescon’du!

Umarım Dünya Kupası’ndan beklentilerinizi zedelememişimdir. Bu düşündüklerim içime dar geldi, taşma gereği hissettiler sadece o kadar. Biz en iyisi gerçek “destan” kavramını, Nazilere karşı, idam edileceklerini bile bile, galip gelip sonradan kurşuna dizilen Dinamo Kiev'lileri, sakat sakat, omzu askıda maç tamamlayan Beckenbauer'leri (ve Bülent Korkmaz'ları) ve benzeri örnekleri unutalım, bahsimizi oynayıp, lisanslı formalarımızı alıp, üstünde Beckham resimleri olan içeceklerimizi içelim. Milli takımımız başarılı olursa da Spor bakanlığına tebrik çelenkleri yollayalım.

Hiç yorum yok: