Her Dünya Kupasının favorisi Brezilya, Almanya’ya da mağrur bir şekilde geldi. Olağan şüpheli olmaları durumunun dışında geçen yaz oynanan Konfederasyon Kupasını rahat bir şekilde kazanmış olmaları onları ayrıca korkutucu yapmıştı. Şu ana kadar oynadıkları iki maç pek bir şey sunmasa da hala favori onlar. Benim içinse Brezilya ezelden beri pek bir şey ifade etmez yine de etmiyor. Beni yazmaya iten bu takımın iki oyuncusuna yapılan muamele. Oyuncuların asıl isimleri de aynı aslında ama birinin tevellüdü diğerinden önce olduğu için sonraki “küçük” anlamına gelen bir ekle anılıyor. Ama bu iki adaştan biri özellikle genç futbolseverler tarafından ilah muamelesi görürken diğeri tüm geçmişine karşın “patates” olarak adlandırılıyor. Futbolda ve hayatın pek çok alanında kişisel tarihin pek anlam ifade etmemesini kabul etmesem de anlayabilirim ama bana göre Ronaldo’ya yapılan şey şahsi bir saldırı olmanın ötesinde futbola haksızlıktır. Futbol anılarla güzel bir oyuncak hepimiz için ve zihinlerimizdeki pek çok kayıtlı anı borçlu olduğumuz birini aşağılamak modern zamanların tipik bir tezahürü olsa da bir an için durup düşünmemiz gerekmez mi?
İfratla tefrit arasındaki salınımda ters köşede de Ronaldinho oturuyor. Her şeyiyle bugünün ürünü o. Yalnızca sonuca ulaşmakla kalmıyor bunu olabilecek (aslında o yapmasa olabileceğini sanmadığımız) yollarla yapıyor bunu. Ama sizi de yormuyor mu son zamanlarda içine girdiği mutlak süsleme çabası? Belki de tüm dünyanın onu bıraktığı mecburiyet hissi içinde hiçbir topu iki çalım atmadan bırakmak istememesi takımındaki diğer yıldızlara –ki o kadro şüphesiz Küçük Ronaldo’suz da şampiyonluğun en büyük favorilerinden biri olurdu- haksızlık değil mi? Brezilya maçlarında oyun iki şekilde oynanıyor. Ya Ronaldinho topu alıyor ve biz onu izliyoruz. İki ya da üç kişilik rakipler karşısında topu kaptırmama mücadelesini ve eğer spektaküler bir pas imkanı varsa topu rakipten aşırtmasını. Böyle dakikalarda sahada aynı formayı giyenlerin Kaka, Adriano, Robinho ya da patates olmaları hiç önemli değil. Bir ihtimal daha var, Avustralya maçının sonlarında olduğu gibi, o zaman Brezilya kolektif olarak akıcı bir futbol oynamaya başlıyor ama bu kez maestro aktif dinlenme moduna geçmiş oluyor. Oyun hangi şekilde oynanırsa oynansın bir şey değişmiyor, taraftar oyundan çıkarken Il fenomeno ıslıklanıyor tıpkı hangi dakikada ya da hangi pozisyonda –gerekli olsun olmasın- Ronaldinho’nun attığı bacak arasının alkışlandığı gibi.
İsimleri aynı dişleri benzer bu iki topçunun bir başka ortak özellikleri Barça oldu. Şimdilerde şişman olanı orada harika bir performans gösterdikten sonra nedendir bilinmez bir futbol sanatçısının asla gitmemesi gereken yere İtalya’ya gitti. Nice Van Bastenleri elimizden alan kasaplar birliği cömertliğini Ronaldo’dan esirgemedi. İlk maçından –ki Bologna’ya karşıydı- sonra bir defans oyuncusunun göğsünü gere gere yaptığı ‘Ona İtalya’da futbolun nasıl oynandığını gösterdim’ ve kastettiği kasıtlı tekmelerden ibaretti, açıklaması sonraki yıllar hakkında fikir vericiydi. Yine de orada da çok gol attı ‘patates’. Daha sonra düşmana sığındı ama kendi tabiriyle Barnabeu’da hiç evinde hissetmedi. Ve şimdilerde hikaye bildiğimiz noktaya geldi..
Küçük olan için büyük Ronaldo’nun hikayesinde ders alınacak çok şey var. Bir kere Barca’nın kıymetini bilmeli. Devletsiz bir milletin silahsız ordusu olan o takım tarihi boyunca yıldız oyuncuların kıymetini bilmede bütün rakiplerinden öndedir. Bir de Ronaldinho Beckham’a dua etmeli belki de. Laporta’ya seçim kazandıran taahhüt Beckham Madrid’i daha uygun bir Pazar olarak görmeseydi Paris’ten Barcelona’ya üstelik takımında hocasıyla arası çok da hoş olmayan başka bir adamı getirir miydi tartışılır. Biliyorum teyzemin de bıyığı olsaydı dayım olurdu ama hatırlamanızı isterim; şimdilerde Ronaldinho’nun alamat-i farikası olan bilekten topu ters yöne aktarma hareketi var ya, o hareketi patates İtalya’da, şov olsun diye de değil, tekme yemeden adam geçmek için yapardı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder