Futbol, bir şov işi ve şovun en üst seviyesi de Şampiyonlar Ligi. Futbol, ders alınması gereken bir mesele diyorum ya hep, eğer öyle ise, Şampiyonlar Ligi de bunun en önemli yeri. Ulusal ligler, ortaöğretim seviyesinde ise Şampiyonlar Ligi de üniversite seviyesinde. Turlar ilerledikçe de, uzmanlık seviyesi artıyor.
Bir tur daha geçildi Şampiyonlar Ligi'nde ve geriye sekiz takım kaldı. Klasik ''Bizim takımlar hiçbirşey yapamaz...'' yorumları yapmak istemiyorum, onun yerine olaya daha geniş açıdan bakalım. Geriye sekiz takım kaldı: Liverpool, Chelsea, Manchester United, Milan, Roma, Valencia, PSV ve Bayern Münih. 3 İngiliz, 2 İtalyan, birer de İspanyol, Hollandalı ve Alman. Çok net bir şekilde görülen o ki, bu oyun devlerin oyunu. Devler derken de, sadece kulüp bazında değil, ülke olarak futbolda ilerlemiş devlerin demek istiyorum. UEFA Başkanı Michele Platini diyor ya, ''Bir ülke en fazla üç takımla temsil edilecek...'' diye. Onu gerçekleştirse bile, bu tablonun değişmesi çok zor. Birileri mücadele eder, yine de benzer tablolar oluşur.
İkinci dersimiz: Bir takımın hem Şampiyonlar Ligi'nde, hem de kendi liginde başarılı olması çok zor. Geçen sene Barcelona bunu başardı ama Barcelona'nın çok istisna bir örnek olduğunu söylemeliyiz. Barcelona'da geçen yıl o kapasite vardı ve diğer takımlarda yoktu. Bu sene farklı. İtalya liginin rahat lideri İnter elendi, Fransa lideri Lyon elendi, İspanya lideri Sevilla zaten yok Barcelona elendi, Portekiz lideri Porto elendi, İskoçya lideri Celtic elendi, Almanya'nın lideri Schalke zaten yok, Werder Bremen önceden elendi. Buradaki tek istisna da İngiltere oluyor böylece. İngiltere Premier Ligi'nin zirvesindeki üç takım birden çeyrek finale ulaştılar. Bu da, hem Premier Lig'in diğer liglere göre çok üstün olduğunu, hem de bu üç takımın çok üst seviye takımlar olduklarını gösteriyor. PSV de, hem Hollanda Ligi'ni zirvede götürüyor ve yanında Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final yaptı ama onların ligde rakipleri olmadığından İngilizler'le aynı kefeye koymuyorum.
Üçüncü dersimiz; artık seriler çok zor. Kimse elini kolunu sallayarak öbür tarafa geçemiyor. Sekiz serinin biri uzatmaya gitti, üçünde gollü eşitlikler sonucu deplasmanda fazla gol atan ekip turladı. İki eşleşme tek farklı, iki eşleşme de iki farklı sonuçlandı. Rakibiniz Celtic veya Lille, her kim olursa olsun; buraya kadar geldikten sonra kimse küçümsenemez. Bütün takımlar denk olmasa da, şanslar eşittir. Diğer taraftan, hangi maça bakarsanız bakın, muhteşem maçlar oldu. Büyük takımlar, gerçekten de performanslarını Şubat-Mart aylarında maksimum seviyeye getiriyorlar. İnter-Valencia, Bayern-Real Madrid ve Barcelona-Liverpool serileri çok üst seviye maçlara sahne oldu. Diğer beş seride de muhteşem maçlar oldu, kalan maçlar büyük ihtimalle daha çekişmeli geçecek.
Kendi sahasında gol yiyip tur atlayabilen sadece üç takım var: Chelsea, Liverpool ve Bayern Münih. Liverpool ve Bayern Münih deplasman maçlarında ikişer gol attılar, Chelsea ise maç kaybetmedi. Kısacası, Şampiyonlar Ligi'nde oynuyorsanız, kendi sahanızda gol yeme lüksünüz yok. Ne yapın edin, kendi sahanızda gol yemeyin. Başka türlü tur atlamanız çok zor. Real Madrid, ilk maçta kendi sahasında Bayern Münih'i 3-2 yenmişti. Olmuyor işte, bu sonuç işe yaramıyor. Gol yersen, çok gol atmalısın. Yapamıyorsan, ancak el sallarsın Lig'e...
Sıradaki ders; başarı bir anda gelmez. Grubundan ikinci olarak çıkıp, çeyrek finale kalabilen sadece iki takım var. Yani, ''gruptan çıkıyım finaldeyiz'' mantığıyla olmaz bu iş. Gruptan lider çıkmalısın. Lider olamazsan işin çok zor. Altıncı ders; bir-iki çok iyi futbolcuyla tur atlanamaz. Tur atlayan takımlara bakınız; hiçbirinde çok fazla ön plana çıkan yıldız yok. Ronaldinho, Thierry Henry, Juninho veya Zlatan İbrahimovic takımlarını tek başlarına götüremiyorlar. Bu iş 11 kişi ister, o kadar basit. Steven Gerrard, Frank Lampard ve Kaka Leite gibi takım oyuncuları çeyrek finale çıkarlar. Celtic'te ''Nakamura bizi diskoya götür!'' gibi bir mantık var. Nakamura çok iyi bir oyuncu ama tek başına olmaz. Çok iyi oyunculardan kurulu bir takım kurmazsan olmuyor. Bana PSV'nin en iyi oyuncusu söyleyin dersem, söyleyebilir misiniz? Zor, değil mi? Alex, Cocu, Afellay, Kone, Farfan hangi birini söyleyeceksiniz? Hepsi birden olunca başarı geliyor işte.
Sıradaki ders; başarı bir anda gelmez. Yok, yukarıdakinin aynısını anlatmayacağım. Olaya teknik direktörler açısından bakalım. Çeyrek finalist sekiz takımın teknik direktörlerinin hiçbirisi bir anda ortaya çıkmadı. Sekiz teknik direktör arasında en yenisi Hitzfeld sayılmaz, çünkü onun takımla bir geçmişi var. En yenisi Ronald Koeman, sezon başında takımın başına geçti. O da geçen yıl Benfica'yı çeyrek finale taşımıştı. Mourinho ve Rafa Benitez üç yıldır, Quique Flores ve Spalletti iki yıldır takımlarının başında. Hitzfeld '98-'04 arası dönemde takımını çalıştırdı ve bu yıl geri döndü. Sir Alex ile Ancelotti'yi hatırlatmama gerek yoktur sanırım.
Bu bir ders sayılmaz, bir tekrar ispatlanma durumu. Hep deriz ya, serilerde son maçı evinde oynamak avantajdır diye. Tekrar ispatlandı. Sekiz serinin altısında son maçı evinde oynayan takımlar turladı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder