Avrupa Şampiyonası’nda ilk maçlar tamamlandı. 2002, 2004 ve 2006’ya nazaran benim için daha ilgi çekici bir turnuva oluyor. Bunu nedeni benim futbola olan ilgimin artması mı yoksa turnuvadaki kalitenin artması mı bilmiyorum.
Genel anlamda turnuva hakkında bir iki gözlemim var. Bunlardan ilki bu turnuvaya artık yeni yıldızların damga vuracağı ve Avrupa’nın en iyi oyuncuları denilen sınıfta oynamalar olacağı. Yani artık “abi şu Cannavaro da ne iyi defans”, “Henry çok iyi forvet”, “Ballack gibi orta saha yok” demeyeceğiz de sanki Sneijder, Iniesta, Pepe, Podolski vs. diyeceğiz gibi geliyor.
Bir diğer gözlemim ise turnuvadaki takımlar arasındaki güç farkı. Gerek futbolda gerekse basketbolda her zaman Avrupa Şampiyonaları Dünya Şampiyonalarından zordur çünkü güçsüz takım yok gibidir ve tüm takımlar birbirine yakın güçtedir. Fakat bu turnuvada birkaç güçlü takım haricindeki takımların çok zayıf olduğu izlenimini aldım ilk maçlarda. Portekiz, Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda, İspanya bu turnuvanın favorileri. Onun dışında sürpriz yapması beklenen pek bir takım olmadığı gibi bu ekipleri zorlayacak fazla takımın da olmadığını düşünüyorum. Bu nedenle aslında bu turnuva çeyrek finallerde hatta yarı finallerde başlayacak gibi.
Üçüncü konu ise yayıncılık konusu. Benim için önemli bir konu bu. Maçları atv’den izliyorum. Hem TRT deneyimli bu işi bilen spikerler ile hem de diğerleriyle spiker yönünden gayet iyiler. Yorumcu tercihlerinde Ömer Üründül ve Uğur Meleke doğru seçimler gibi gözüküyor. Fakat daha çok kulüp yazarlığıyla özdeşleşen Bülent Tulun ve Selçuk Yula pek olmamış gibi geliyordu bana. 4. günkü maçlarda yorumları hiç batmadı. Pek bir ekstra sunmuyorlar ama en azından sinir bozmuyorlar.
Bunu niye söyledim. Çünkü sinir bozanlar da var. Maç önceleri ve sonraları Santra’da Kazım Kanat, Ahmet Çakar ve Aziz Üstel’in yorumları beni benden alıyor. Bazen kahkahalar atıyorum bazen de sinirlerim bozuluyor. Ahmet Çakar çok gereksiz bir şekilde Aziz Üstel ile birlikte Kazım Kanat’a yükleniyor. Onlara bazen genç spiker Ali Şahin de katılıyor. Aziz Üstel’in bir başka özelliği de Ahmet Çakar’a yağ çekmek. Oradaki insanların hiç işleri güçleri yokmuş gibi Kazım Kanat gibi kendilerinden yaşça büyük birine karşı alay eder gibi tavır alması çok yanlış. Ayrıca Kazım Kanat dahil hiçbiri de maalesef bu işi yapacak kişiler değiller. Avrupa futbolunu bu işin uzmanları tartışsa daha iyi olur gibi geliyor. Yoksa Ahmet Çakar’ın ağzından duyduğumuz gibi “Bizim 4 defans oyuncumuzun toplamı, Senderos’un bir bacağının altı kadar etmez” tarzında cümleler duymaya devam ederiz. Bir yayıncılık rezaleti yaşıyoruz Santra’da.
İlk iki gün Eskişehir’de olduğum için Türkiye maçı dışındaki maçları yarım yamalak izleyebildim. Almanya – Polonya maçına hiç bakamadım. Üçüncü gün Fransa – Romanya maçı izlenecek gibi değildi. Hollanda – İtalya gayet iyiydi. Dördüncü gün maçları ise sıradandı.
Biraz Türkiye – Portekiz maçına değinmek istiyorum.
Türkiye açısından bakarsak, Fatih Terim’in kadro seçimi, ilk 11 seçimi, taktik dizilişi, oyuncuların hataları vs. gibi konulara hiç değinmeyeceğim. Bu çok ayrı bir yazı konusu olacağı gibi Portekiz maçını izledikten sonra bunun yersiz olduğunu düşünüyorum. Portekiz maçını bize kaybettiren ne Hamit’in sağ bek oynaması ne de Emre’nin etkisiz oyunu. Portekiz maçını bize kaybettiren aradaki inanılmaz güç farkı. Turnuvaya gelirken de gücümüz belliydi ama biz biraz kendimizi kandırıyorduk. Şu an Türkiye Milli Takımlar seviyesinde hiçbir büyük turnuvada zirveye oynayacak durumda değil. Her katıldığımız turnuvanın, her aldığımız galibiyetin önemini fark etmeli biraz aza kanaat etmeliyiz. Portekiz maçına çıkarken futbolcularımızın yüz ifadesi çok anlamlıydı. Hepsi buz gibiydi. Mücadele ettiklerini ama yapamadıklarını düşünüyorum.
Oturduğum yer olan Bostanlı’da gezerken Gavlon Nihat’ın kahvesinde 60 yaşın üstündeki adamların İsveç – Yunanistan maçını izlediklerine şahit oldum. Dünya üzerinde futbola bu kadar ilgili olup da futbolda bu kadar geri olan kaç ülke var? Peki neden bu kadar geriyiz? Öncelikle temel altyapı sorunlarımızı çözmeliyiz. Milli takımımızın Avrupa Şampiyonası’nda en güvendiği iki isim Aurelio ve Hamit gibi altyapısını bu topraklarda almamış isimler ise, her yan top bizim için tehlike oluyorsa biz mağlubiyetin nedenini günlük performanslarda aramamalıyız.
Milli takımla ilgili değinmek istediğim iki konu daha var:
Birincisi, Fatih Terim’in ilk geldiği günden beri amacı klişe deyişle “oynayan” bir takım kurmak. Bunun için gerçekten çok zorlamalarını da gördük. Her mevkii de teknik oyunculardan kurulu bir takımla mücadele etmeye çalışıyor. Kadroya Yıldıray, Tümer, Arda, Gökdeniz gibi benzer tipte oyuncuları dahil ediyor vs. Fakat bunu yaparken bir noktayı kaçırıyor herhalde. Teknik oyunculardan kurulu bir takım kurmak istiyorsanız en başta defans oyuncularınızın iyi top yapması lazım. Siz oyunu defanstan kuramazsanız her topu zaten şişirmek zorunda kalırsınız böyle olunca orta sahadaki teknik oyuncularınızın da bir önemi kalmaz. Bizim defansımız da oyunu kuramadığı için yapılacak şey bu sezon Galatasaray’ın yaptığı gibi önde basmak ve oyunu ileriden kurmak. Bunu yapmak için de inanılmaz tempoya sahip olmanız lazım. Fakat biz bunu da yapmıyoruz çünkü yapamayız orta sahamız daha çok “kesici” değil “kurucu” ağırlıklı. Hal böyle olunca 2 günde Popescu’yu ya da Zago’yu getirip Türk yapamayacağımıza göre önde basma olayını düşünmemiz lazım. O zaman Fatih Terim de “teknik” yıldızlarından vazgeçip Topal, Ayhan gibi isimleri ilk on bire almak durumunda kalacaktır.
İkinci değineceğim konu sakatlıklar. Niye hep bizim oyuncularımızı sakat ya da formsuz? Yıldıray ve Fatih Tekke gibi iki kozumuzdan bu nedenle yararlanamadık. Emre, Tümer hep sakat hep formsuz. Nihat da müzmin sakat diyebileceğimiz bir oyuncu. Bir de bunlar yetmezmiş gibi Hamit sakatlandı, Gökhan Gönül sakatlandı, Volkan sakatlandı, Servet sakatlandı, Tuncay sakatlandı. Bunu şansızlık olarak almak işin kolay yanı. Bir diğer bakış açısı ise şu olabilir? Bu sakatlanan oyuncular genellikle lejyonerlerimiz. Servet dışındaki diğerleri de Fenerbahçe ile Avrupa’da yüksek seviyede oynayarak geçirdiler sezonu. Acaba diyorum bizim oyuncularımız Avrupa futbolunun antrenman ve maç temposuna ayak uyduramıyor mu?
Diğer takımlar ile ilgili gözlemlerimi ise grup maçlarından sonra yazmayı planlıyorum. Sadece bir iki cümle etmeliyim.
-Portekiz çok iyi gözüktü. Gerçi bize karşı değerlendirmek pek doğru değil. Çünkü açık konuşmalıyız ki Türk olmayan biri o maçı izlerken “ Türkiye bu turnuvaya hafif kalıyor” demiştir. Ama yine de her mevkide teknik oyunculara sahip Portekiz ciddi bir ekip. Özellikle defansı çok iyi.
-Hollanda müthiş hücum gücüne sahip ama defansif yönü alarm verdi ilk maçta.
- İtalya yaratıcılıktan çok uzak. Takımın en izlenesi oyuncusu oyuna sonradan giren Del Piero. Arda Turan’ın da dediği gibi bence bu turnuvayı 04 ve 06’nın aksine defansif yönlü değil de hücum yönlü bir takım kazanacak. O nedenle İtalya’ya pek şans vermiyorum
- İspanya Torres – Villa ikilisiyle muhtemelen turnuvanın en iyi forvet ikilisine sahip.
- Yunanistan ise harbi iyi takım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder