Peter Jackson büyüğümüz sağolsun bir hikayeyi 3 bölümde anlatmanın çok da yanlış bir seçim olmadığını hepimize ispatladı. Bu da Yashin efsanesinin üçüncü ve son bölümü…
Bir önceki yazıyı Yashin’in son 4
büyük turnuvasının 2-1’lik maçlarla sona erdiğini yazarak bitirmiştik. Bu dört
turnuvanın son üçünde Sovyetler Birliği kaybeden taraf olmuştur. Yashin’in
büyüklüğünü önce rakamlarla anlatmak için iyi bir başlangıç noktası olabilir.
20. yüzyılın en büyük kalecisinin milli takım kariyeri boyunca oynanan 8 büyük
organizasyonun (4 Dünya Kupası, 2 Avrupa Şampiyonası, 2 Olimpiyat) gol
ortalamasını (3.86) ikiye böldüğümüz zaman takımların maç başına 2 gol yediğini
görüyoruz. Yani diyebiliriz ki aslında SSCB bu yıllarda sonuna kadar
gidebilecek kalibrede bir takım değildir ve Yashin’in o turnuvalarda oynayan
ortalama bir kaleci kadar gol yemesi (ki üst turlarda iyi takımlara karşı
normal karşılamak lazım) bile Sovyetler’in elenmesine yetmiştir. O dönemin Dünya
Kupası finallerini hızlıca hatırlarsak 1954: 3-2, 1958: 5-2, 1962: 3-1 ve 1966:
4-2 bitmiş. Yani kazanan takımların kalecileri 1962 dışında 2 gol yemiş ama
takım arkadaşları en az 3 gol atmayı başarmış.
“Hade len oradan, Yashin’i
yüceltmek için amma kasmışsın” diyenleriniz varsa yukarıda ulaştığımız “1954-66
arası büyük turnuvalarda takımların maç başına 2 gol yediği” istatistiğini o
dönem için dünya ortalaması olarak kabul edip devam edelim. Yashin çoğu kaynağa
göre 270, bazı Rus kaynaklarına göre ise 207 maçı gol yemeden tamamlamış.
Kariyerinde 800’ün üzerinde resmi maç olmasına rağmen Dinamo Moskova formasıyla
326 defa sahaya ilk 11’de çıkmış. Tek tek ayıklamakla uğraşamayacağım ve
FIFA’nın kaydına göre milli takımda forma giydiği 75 defanın (başka kaynaklarda
74-78 arası değişiyor) tamamında da 90 dakika görev yaptığını kabul edeceğim.
Yani, ortalama bir kalecinin maç başına 2 gol yediği yıllarda Lev Yashin’in
“clean sheet” oranı tam %67. Resmî olarak teyit edilmese de dev kalecinin
150’nin üzerinde penaltı kurtarmış olduğu da artık itiraz edilmeyen bir gerçek
hâlini almış. Ortalığı bakkal defterine çevirdiğimiz yeter…
Peki Yashin nasıl bu kadar
başarılı olmuş. Öncelikle bütün maçı genellikle altıpas içerisinde geçiren
çağdaşı kalecilerin aksine bütün ceza sahasını kendi bölgesi olarak kabul etmiş
ve bu yolla bir devrim yaratmış. Kontrataklarda rakip forvetleri kale
çizgisinin daha ilerisinde karşılamaya başlayan Yashin’in bazı uzun topları
ceza sahası dışında kafası ile engellediğini söyleyenler bile var. Sadece
şutları ve ortaları beklemek yerine oyuna aktif bir şekilde katılmayı seçen
Yashin, bir anlamda kaleci-savunma arasında bugün çok normal olarak kabul
ettiğimiz bağlantıyı ilk kuranlardan olmuş. Hatta kimilerine göre Yashin’in
karısı, önündeki defansa çok fazla bağırdığı gerekçesiyle kocasına bozuk
atmıştır.
Sovyet kaleci ayrıca topu hızlı
bir şekilde oyuna sokma konusunda da diğer kalecilerden çok daha ileri
çıkmıştır. Aslında bütün bunlara baktığımız zaman bugün herhangi bir kaleciden
beklenen standartların yarım asır önce Yashin tarafından konulduğunu görüyoruz.
Hatırlarsanız Arjantinli Amadeo Carrizo da hemem hemen aynı yıllarda (1945-68)
River Plate’in kalesinde benzer bir misyon üstlenmişti ancak ismi bu konuda
Yashin kadar sık anılmıyor.
Tabi gol kurtarmadaki becerisi
olmasa Yashin bu kadar büyük olmazdı. O dönem kalecileri için uzun
sayılabilecek 1.90’lık boyuyla Yashin esnekliği, refleksleri ve sıçrama
kabiliyetiyle “insan olan bu işleri sadece ikişer kol ve bacakla yapamaz”
dedirtecek şekilde “Kara Örümcek” ve bazen de “Kara Ahtapot” olarak anılır.
Daha önce bahsetmiş olduğumuz “Kara Panter”le birlikte lakaplardaki ortak
kelime ise Yashin’in kariyeri boyunca giydiği baştan aşağı siyah kıyafetlerden
gelmektedir.
Yashin gol yeme fikrinden nefret
etmektedir. Bir çok kaynakta kendisine atfedilen sözlerden en ünlüsü: “Gol
yediği için acı çekmeyen adam nasıl bir kaleci olabilir ki? Acı çekmelidir.
Aksi takdirde geçmişi ne olursa olsun geleceği yoktur”. Daha keyifli olduğunu
tahmin ettiğimiz bir zamanda ise “Yuri Gagarin’i uzayda görmenin keyfini
geçecek tek şey iyi bir penaltı kurtarışıdır” demiştir. Belki de kariyerinin
başında aşırı heyecanlanmasına ve hatalı goller yemesine bu nefreti neden
olmuştur. Ama Yashin bu sorunu da kendince çözmüştür; “maçtan önce sinirlerini
yatıştırmak için bir sigara ve kaslarını gevşetmek için sert bir kadeh içki”.
Lev Yashin daha kariyeri
sırasında en büyüktür. Bunu da dünyanın tepesi için en ciddi rakibi Gordon
Banks söyler; “Yashin’in yaptığı her şey en üst kalitedir”. Eusebio ona
katılır; “Yashin eşsizdir”. Sandor Mazzola ise Yashin’e karşı bir penaltı
kaçırdıktan sonra; “Topu beyaz noktaya dikip kafamı kaldırdığımda devasa kara
bir adam gördüm ama etrafında kale yoktu. Nereye atacaktım ki?” diyecektir. Ayrıca
Yashin saha içi ve dışında da gerçek bir centilmen ve halk adamıdır. Gordon
Banks “Kaleciliğinin yanı sıra Yashin gerçek bir centilmendir. Bir maçında
kayarak kurtarışı sırasında kafasının yanından geçen tekmenin ardından ilk
yaptığı üzerinden atlarken düşen rakibinin iyi olduğunu kontrol etmek olmuştu”
diyor. Diğer yandan Yashin’in özellikle Rus halkıyla iletişiminin ve
popülerliğinin Dinamo Moskova yönetimindeki bazı üst düzey yetkililerin maçlara
gelmekten vazgeçmesine yol açtığı ileri sürülmektedir.
Özellikle Avrupalı kalecileri
anlatırken bu kalecilerin varsa Türkiye ile olan temasını da anlatmaya
çalıştık. Yashin de bu konuda bir istisna değil ve bizle olan ilişkisi adına
yakışır şekilde en iyilerle olmuştur. Resmî maçlarda Yashin, Türklerin
karşısına sadece bir defa 12 Kasım 1961’de Dünya Kupası elemelerinde çıkar.
İstanbul’daki maçı SSCB 2-1 kazanır ve Yashin gol atabilen tek Türk oyuncusu
Metin Oktay olur. Türkçe bir blogda Lefter’in de Yashin’e jeneriklik bir gol
attığı, Yashin’in bu golden sonra Lefter’i tebrik ettiği ve çok iyi dost olan
iki efsanenin sonradan birbirine hediyeler gönderdiğini yazıyor. Üç ayrı
hikayeyi bir araya getiren başarılı bir araştırmacı taraftarlık örneği; (1)
Lefter ve Yashin sadece yukarıda andığım maçta karşı karşıya gelmiştir ve o
maçta da bizim golümüzü Metin Oktay atmıştır, (2) Lefter’in, Fiorentina’da
oynadığı dönemde ceza sahasının dışından çaktığı nefis vole sonrasında
kendisini tebrik eden kaleci Çekoslavak efsanesi Bearra’dır ve (3) Yashin’le
sıkı dost olan ve birbirine hediyeler gösteren Türk oyuncusu Turgay Şeren’dir.
Çünkü Yashin 1967 yılında Turgay Şeren’in jübilesinde oynamak üzere bir kez
daha İstanbul’a gelmiş ve o dönemin gazetelerine göre maçtan sonra Şeren’in
misafiri olarak birkaç gün fazladan kalmıştır.
Sonuç
Yashin kariyerinin son yıllarında
yaşayan bir efsane olarak sahada daha çok sembolik bir rolle yer alır ve hem
Dinamo Moskova’da hem de milli takımda yerini diğer kalecilere bırakmaya
başlar. Böyle büyük bir ismin futbola vedası da büyük olur. Yashin’in jübilesi
için Moskova’daki Lenin Stadyumu 27 Mayıs 1971 tarihinde 100,000’ün üzerinde
seyircisiyle hınca hınç dolar ve Dinamo Moskova, kadrosunda Pele, Beckenbauer,
Eusebio ve Müller gibi dünyanın en iyileri olan FIFA karmasının karşısına
çıkar. 1-1 berabere biten maçla ilgili en ilginç hikaye Gerd Müller’in bütün
çabalarına rağmen 42 yaşındaki Yashin’e gol atamamış olmasıdır.
Yashin futbolu bıraksa da Dinamo
Moskova’dan kopmaz ve çeşitli kademelerde antrenörlük ve yöneticilik yapar. Bu
arada 1972 yılında hâlen devam eden bir geleneği başlatır ve ülke çapında
gençlerin mücadele edebileceği yıllık bir futbol turnuvası fikrine imza atar.
Bu arada gittiği her yerde el üstünde tutulmaya devam eder ve kendisine
yaklaşanları hiçbir zaman gerçi çevirmez. Yukarıda bir yerlerde Yashin’in
başarısının sırrı olarak maçtan önce bir sigara içtiğini söylediğini yazmıştık.
Aslında sadece maçtan önce değil hemen her yerde sigara içiyordur;
antremanlarda ve hatta yedek kulübesinde bile. Sigara alışkanlığı midesinde
ülsere de neden olmuştur ama Yashin bu sorunu yanında sürekli taşıdığı ve suya
karıştırarak içtiği kabartma tozu ile çözmüştür. Ayrıca birçok fotoğrafında
bandajlı gördüğümüz sağ dizinde bir türlü gerçek anlamda tedavi görmediği bir
sakatlığı vardır. Hatta futbolu bıraktığı yıllarda yurtdışından bu sakatlığın
tedavi edilmesi için birçok teklif almıştır ancak bunu kabul etmemiştir.
Maalesef bunlar Yashin’in ilk yılları olduğu gibi son yıllarının da sıkıntılı
geçmesine neden olmuştur. Önce 1986 yılında Budapeşte’deyken kangrene dönüşen
sağ dizindeki sakatlık nedeniyle bacağını diz altından kaybeder. Daha sonra ise
geçmişi ülsere dayanan mide kanserine yakalanır ve cerrahi müdahalelere rağmen
20 Mart 1990 günü bu dünyadan göçüp gider. Cenazesi için devlet töreni
düzenlenir ve ülkesinin diğer sanatçı ve sporcularının yer aldığı Vagankovo
mezarlığına gömülür.
Bu kadar görkemli bir insanı
anlattığım yazıyı nasıl bir bitirsem bilemedim… Yashin ve kalecilik hem ülkesi
hem de dünya için Dostoyevski veya Tolstoy ve edebiyat, Çaykovski ve müzik,
Kandinski ve resim, Kasparov ve satranç kadar birbirinden ayrılamayan kavramlar
olmuş. Onun Vratar filmini gerçeğe çevirmiş olduğunu söyleyebiliriz.
Yashin hayattayken, Sovyetler
Birliği’nin en yüksek hizmet nişanını (1967), Olimpiyatlar (1986) ve FIFA’nın
(1988) yaşam boyu başarı ödüllerini kazanır. FIFA başta olmak üzere birçok
kaynağın “en iyi” seçimlerini abluka altına alır. 1994’den bu yana Dünya
Kupası’nın en iyi kalecisine Lev Yashin ödülünün verilmektedir. SSCB ve
uzantısı ülkelerde ise 100. maçını gol yemeyen kaleciler “Yashin Kulübü”nün
üyesi olmaktadır. Ve son olarak 1997 ve 1999 yıllarında Luzhniki ve Dinamo
stadyumlarına dikilmiş iki heykeli vardır.
Bu yıl içerisinde Rusya Devlet
Başkanı Putin, Yashin’in hayatının filme alınması görüşünü ortaya atmıştır ancak
Yashin’in hâlen hayatta olan eşi buna şiddetle karşı çıkmıştır; “Lev ya da beni
istedikleri gibi göstermelerini kabul etmiyorum. Ben öldükten sonra
istediklerini yapabilirler”. Bu arada son ilginç notumuz; Yashin’in torunu da
kaleciliği denemiş ancak dedesi kadar başarılı olamayınca futbolu bırakarak
beden eğitimi öğretmenliğine geçmiştir.
Sanırım en iyisi son sözü Pele’ye
bırakmak: “Dünyanın her yerinde 1,000’in üzerinde gol attım. Siz seyircilere
bir çoğunu kolayca halletmiş gibi görünebilirim ama öyle değildi. Ve ancak
Yashin’e gol attıktan sonra kendimi tam bir golcü olarak hissedebildim”
Söz vermiyorum ama efsane bir
başka kaleci için bir yazı daha yazmayı planlıyorum. Onun dışında 2006 yılında
başladığımız “20. Yüzyılın En İyi Kaleciler” serisini böylece sona erdiriyoruz.
Can ve İlker’e bana bu imkanı verdikleri, sizlere de okuduğunuz için çok
teşekkür ediyorum.
Her ne sürç-i lîsan ettiysek
affola…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder