Kimse hakeme, UEFA'ya, Fatih Terim'e ve oyuncularmıza küfreden İsviçreilere suç atmasın. 2 sene önceki İngiltere maçından beri bu kadar ezildiğimizi hatırlamıyorum. Futbolun adaleti olsaydı İsviçre bize orada en az 4 atmıştı. Kaybetmek için elimizden geleni yaptık.
Ben artık isyan etmek istiyorum. Şunlardan bıktım:
1. Hiçbir maç iyi oynayamamıza rağmen, bütün yorumcuların ve futbol camiamızın, millilerimizi neredeyse her takıma karşı favori göstermesinden:
Elinizi vicdanınıza koyun ve lütfen söyleyin: Türk milli takımının son 2-3 senedir, milli gururumuzu okşayan, göze hoş gelen, baştan sonra üstün oynadığı üst düzey bir maç izlediniz mi (hazırlık maçlarını saymayalım lütfen)? Bu gerçeği bilmemize rağmen göz göre göre İsviçre gibi takımlar karşısında millilerimiz kağıt üstünde favori. Nedenmiş? Bizim takımımız bireysel yetenek bazında onlardan daha iyiymiş. Ey akılsız! Sana hatırlatırım: biiiiirrr, Futbol bir takım oyunudur. İkiiii, senin takımın bireysel açıdan gözünde büyüttüğün gibi de değildir. Bizim en üst düzey oyuncularımız Emre, Nihat, bir de Halil&Hamit Altıntop kardeşlerdir. Tamam, iyi oyuncular ama bu saydığım dört ismin hiçbiri de Avrupa’nın birinci sınıf oyuncularından sayılamazlar. Sayılsalardı dördünden biri Chelsea, Man. United, Barcelona, Real, Bayern, Milan, Juve gibi dünya klasında kulüplerin birinde oynardı.
Şimdi gelin isterseniz İsviçre kadrosuyla Türkiye kadrosunu karşılaştıralım. Bizim iki senedir Avrupa’da final oynayan Milan’da hiçbir oyuncumuz oynamıyor. Ancak İsviçreli Vogel bu takımda oynuyor. Forvetleri Alexander Frei, Türkiye liginden 20 kat daha kaliteli ve şeffaf bir lig olan Fransa 1. Ligi’nde yıllardır Rennes forması altında gol krallığına oynamakta. Genç stoperleri Senderos’a bilemedin bir-iki yıl sonra Arsenal savunması Campbell’dan miras kalacak. Vonlanthen, Avrupa’nın en çok potansiyel vaat eden genç forvetlerinden. 4 Eylüll 2004'te İsviçre'nin Faroe Adalari'ni 6-0 yendiği maçta hat-trick yaparak Dünya Kupası elemeleri Avrupa ayağında bugüne kadar hat-trick yapan en genç oyuncu, 19 yaşında, geçen senenin Şampiyonlar Ligi yarı finalisti PSV’de oynuyor. Bu geceki maçta sol kanadımızı deşen Magnin, Stuttgart’ta oynuyor. Türkiye ilk 11’inde ise en iyi 2 adamımız Hamit ve Emre yok. Almanya’da gol kralı olmaya giden Halit yedekte, ahı gitmiş vahı kalmış Hakan Şükür oyunda. Tuncay, Ü. Özat, Selçuk, Serkan özverili oyuncular fakat kariyerlerindeki en büyük başarı Anelka’yla aynı sahada idman yapabilmek. Nihat milli takımda hiçbir zaman Sociedad’da oynadığı gibi oynamadı. İ. Toraman’ın bekçiliğini yaptığı BJK defansının durumu ortada. Volkan desen Schalke maçında yediği gol yeter. Alpay, Rüştü gibi isimler ise zaman zaman üst düzey performanslar göstermiş olmalarına rağmen profesyonellik kavramları eksik olduğundan kariyerlerinin her basamağında mutlaka bir aksaklık yaşıyorlar. İngiltere bizi Euro 2004’ün dışında bırakırken genç Rooney’i 17 yaşında oynatan Eriksson’u alkışlayan zihniyet, Nuri Şahin’in oynatılmamasına hiçbir ses çıkarmıyor.
Kulüp düzeyinde de İsviçre Türkiye’yle bence aşağı yukarı aynı düzeyde. UEFA’da şu anda 2 temsilcileri var: Basel ve Grasshoppers. Bizim 1: Beşiktaş. Şampiyonlar Ligi’nde temsilcileri olmaması bizi aldatmasın; Basel 2 sene önce Şampiyonlar Ligi’nde Fenerbahçe’nin hiç gidememiş olduğu kadar yol gidip çeyrek final oyamıştı.
Basında İsviçre için şöyle dendi: çok koşan, takım oyunu oynayan, ancak kabiliyeti sınırlı takım. Pekala İsviçre basınında da Türkiye için şu denmiş olmasın: Çalım atmaktan başka bireysel hiçbir kabiliyeti olmayan, teknik ama fizik gücü zayıf, sıcakkanlı, tehlikeli fakat takım olmayı becerememiş bir ekip?
2. Duran toplardan, özellikle de yan toplardan gol yememizden:
Hiç yan topları ve yatay ölü top organizasyonlarını (kenardan frikik, korner) savunmakta zorlanmayan bir Türk takımı gördünüz mü? Aslında bu soruyu, “savunma yapmayı becerebilren bir Türk ekibi gördünüz mü” diye de değiştirebiliriz. Her maç aynı hikaye. Adam paylaşımı sıfır... Zıplamadan yan top savunmaya çalışan Türk savunması... Bunu altyapıda ya da antrenmanlarda öğretmek bu kadar mı zor?
3. Korkak, temposuz, çirkin futboldan:
Kazanmak, kaybetmek bir yere kadar... Ama milli takımın oynadığı hiçbir maç izleyeni eğlendirmiyor. Psikolojik baskı mıdır, stres midir, artık bilemem. Milli takım maçlarında hem oyuncular, hem seyirciler hep tutuk. Okan ve Alpay dışında “tekmeye kafa sokacak oyuncu” yok. Derbilerde bas bas bağıran seyirci, milli takım maçında gık çıkarmıyor. Bir de Trabzon gibi yerlerde milli takıma küfrediliyor, orası ayrı. Kim bilir Şırnak’ta maç oynansa ne olacak? Hiçbir zaman yüksek tempolu bir oyun oynayamıyoruz. Hep yan paslar, hep yatay dripling vs vs... Oynadığımız tüm maçlarda takım olmamaktan kaynaklanan bir disiplinsizlik, bir uyumsuzluk. Tahminimce Türk oyuncusunun takım oyununa yatkın olmamasından ve profesyonel düşüncesinin olmamasından kaynaklanıyor. Yaratıcılık, güzel futbol, ille de Ronaldinho gibi 7 adamı birden geçip topu doksana takmak değildir. İyi kurulmuş bir pas üçgeni, iyi bir arapas, güzel uygulanmış bir ofsayt taktiği bile seyircinin yüzünü güldürebilir. Bizim milli takımda ise paslaşma, top kazanma, orta yapmak yok. Oyuncularımızın çoğu kalenin 2 metre yakınına gelene kadar şut bile atmaya korkuyor. İsviçre maçında kaleye 3’ten fazla şutumuz yoktur herhalde. En büyük yaratıcılığımız oyunun temposunu düşürmek pahasına adam çalımlamak. Nereye kadar?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder