90’ların başında meydana gelen holiganizm ve şiddet olayları yüzünden yediği Avrupa Kupaları yasağını üstünden atan, (1993’te olması lazım) ismini “Premier League” olarak değiştiren ve bunu takiben bir yığın tüzük değişikliğine giden İngiltere Premiership futbol ligi, bugün en az NBA kadar iyi pazarlanan bir lig olma yolunda hızla ilerliyor. Hepsi halka arz edilmiş şirketlerden oluşan, profesyonel yöneticiler tarafından yönetilen ve ortalama %97 stadyum doluluk oranıyla oynayan Premier League kulüpleri ise tüm dünyadan sayısız yatırımcının iştahını kabartıyor.
Her şey Abramovich’in Chelsea’yi satın almasıyla başladı. Bunu, şu anda ismini hatırlamadığım (belki okuyucularımız bu konuda katkıda bulunabilirler), Malezyalı ya da Endonezyalı çok güçlü bir politikacı/işadamının Liverpool'u ucuza kapamaya çalışması takip etti. O zamanlar Liverpool’un başında Rafa yoktu ve Houllier yönetimindeki takım serbest düşüşteydi. Ancak bütün bunlara rağmen Liverpool taraftarlarının durmak bilmeyen protestoları sayesinde bu şahıs hakkında daha detaylı bir mali soruşturma açıldı ve kulübün hisselerini almak için yeterli şeffaflığa sahip olmadığı düşünüldü.
Derken MMalcolm Glazer’ın Manchester United’ın hisselerinin büyük kısmını alması skandal yarattı. Takımlarına olan sevgilerini bir kenara bırakın, Manchester şehrini bile İngiltere’de ayrı bir cumhuriyet gibi gören (Karşıyakalıların kendilerini 35.5 sayması benzeri, enteresan bir sosyal olgu) fanatik United taraftarı, bu olay sonrası defalarca sokaklara yürüdü, OldTrafford’ı yumurta yağmuruna tuttu. Hatta amatör kümeden Premiership’e çıkması ve Manchester United’ın yerini alması umuduyla için “sivil toplum futbol takımı” bile kuruldu.
Bu yazıyı yazma gazını bana veren olay ise Portsmouth’ın “el değiştirmesi” olayı. Portsmouth, bilindiği üzere, an itibariyle Ada’nın en zavallı takımlarından. Küme düşme olasılığı en yüksek takımlardanlar. 21 maçta ancak 17 puan alabildiler ve Sunderland ile Birmingham’ın önünde 17.’likte zar zor duruyorlar. Geçen sezon takımı Sırp işadamı Milan Mandaric satın aldı. Evet, Portsmouth öyle Chelsea kadar büyük balık değildi belki. Takım, kendiyle aynı ismi taşıyan turistik, çok şirin bir şehirde yer alıyor. Stad Fratton Park 24 bin kişi kapasiteli. Nitekim, Mandaric de Abramovich kadar zengin değildi, bir bakıma tam dişine göre bir takım almış oldu. Bilindiği gibi, Mandaric’in de İngiltere’ye gelmeden önceki sicili çok bulanık. Yugoslav iç savaşında silah ticareti yaparak bu günlere geldiği söyleniyor. İşadamının bu kimliği, Pompey seyircisini inanılmaz rahatsız ediyor. Onlar da endişelerini protestolar aracılığıyla dile getiriyorlar. Taraftarın endişesini üçe katlayan olay ise, Sırp işadamının, 2004-05 sezonu bitiminde takımı mucizevi bir şekilde kümede tutmayı başaran Harry Redknapp’ı kovup, yerine hemşehrisi Vladimir Zajec’i getirmesi. Bütün bunların üstüne, Zajec’in, takımın geleceği olarak nitelendirilen Aiyegbeni Yakubu’yu M’borough’ya satması ve 2005-06 sezonunun başında feci bir teknik yönetim göstermesi sonucu, taraftar iyice galeyana geliyor ve baskıya dayanamayan Mandaric’in talimatıyla Redknapp yeniden başa geçiriliyor.
Bu haftaki flaş gelişme ise, takıma, İsrailli ünlü armatör Arcadi Gaydamak’ın oğlu Alexandre Gaydamak’ın hissedar olarak katılması. Tüm Ada’dan yükselen isyan seslerinin nedeni ise, babasının yolsuzluklarla dolu geçmişi. Arcadi Gaydamak, 1994’te Angola iç savaşında ülkeye petrol karşılığında silah satarak zengin oluyor, sonra yatırımlarıyla servetini genişletiyor. Kendisi Beiter Jerusalem takımının sahibi, hakkında açılan davalar ve Putin’e olan yakınlığı nedeniyle 2002’den beri Moskova’da yaşıyor. Aynı zamanda dünyadaki en önemli Yahudi lobicilerinden biri olarak biliniyor.
Fransa’da büyümüş olan Alexandre Gaydamak, dün Portsmouth hissedarı olarak ilk basın toplantısını düzenledi. Takımın hisselerini almasında babasının hiçbir yardımının olmadığını, bu teşebbüsün tamamen kişisel yatırımı olduğunu söyledi. Basın mensuplarına kendisini kurtarıcı olarak görmemelerini şaka yoluyla iletti ve amacının, ilk planda Portsmouth’ı bu senede kümede tutmak, sonra da uzun vadede bir şeyler yapmak olduğunu belirtti. “Ben geldim jesti” olarak nitelendirilebilecek bir hareketle de Redknapp’in çok istediği Zimbabweli genç forvet Mwaruwari’nin Auxerre’den gelmesi için gerekli olan 4.1 M£’u kasaya yatırdı.
Özetlemek gerekirse, Ada’da huzursuzluk hat safhada. Başta Man Utd ve Pompey taraftarı olmak üzere çoğu futbolsever, liglerinin “yasal” yapısının, sadece daha fazla kar etmek ya da para aklamak amaçlı ülkeye gelen yabancılar tarafından satın alınmasını istemiyorlar. Ancak enteresandır ki, İngiliz Ligi’nin tepeye tırmanmasındaki en önemli etken de Abramovich’tir. Eğer Rus işadamı o kadar dünya yıldızını lige çekmeseydi, lig halen İspanya ve İtalya’nın gölgesinde kalacaktı. United seyircisinin nefret ettiği Glazer olmasa, Sir Alex Ferguson sadece bu haftada yeniden yapılandırma niyetine 2 oyuncuya 12.5M£ yatıramayacaktı ya da Portsmouth haddini aşan transferler yapamayacaktı.
İyimser bir bakış açısıyla, Aziz Yılrıdım’ın upgrade versiyonu bu 3 işadamını değerlendirirsek, Amerikalı Glazer, tam bir NBA yöneticisi modunda diğerlerinden ayrılıyor. Tek amacı daha fazla kâr, sportif başarı umrunda bile değil. Üstelik istediği İngiliz usülü uzun vade başarısı da değil, ani başarı, bu nedenle Sir Alex’i kovacağı konuşuluyor. Roman Abramovich aralarından en enteresanı. Evet Ranieri’yi kovdu belki, fakat Mourinho’ya o kadar güveniyor ki hiçbir işine karışmıyor. Bu hafta Mourinho Chelsea’nin başarısını basına “Bay Abramovich’in soyunma odasına girmesi nasıl bir felaket doğuracaksa benim mali konuları ele almam da takımı iflas ettirir” demeciyle, kendine has ukala bir üslupla açıkladı. Aslında Abramovich’in amacı para aklamak değil, İngiltere’ye yapmayı planladığı devasa yatırımlar öncesi İngiliz kamuoyunun sempatisini kazanmak. Farkındaysanız kimse de zaten Abramovich’e ağzını açmıyor, rakipler dışında herkes çok mutlu!!! Portsmouth’un çiçeği burnunda yöneticilerinin ne yapacağını ise zaman gösterecek.
Kötümser olursak, İngiltere futbolunun bugüne gelmesini sağlayan kurumsal, şikesiz, rekabetçi, altyapıya önem veren sistem ve bunun getirdiği mali yapı bozulursa dünyanın en keyifli spor organizasyonu da yok olabilir ki, bu tam bir kabus olur. Ve ben sadece 3-5 zayıf top cambazının yer aldığı La Liga, kasap loncası Serie A, ya da rezalet Türkiye Ligi’ne kalırsam naparım bilmiyorum. Heralde Fransa Ligi’ni ve koşup güzel futbol oynayan zencileri izlerimJ Yine de tahtaya vuralım: Allah korusun, nazardan saklasın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder