Sevilla’nın belli bir alanda komple ileri – geri gidip gelen orta saha dörtlüsü, maçın neticesini tayin
Bu kurgu, bir taraftan zaten orta sahadan yeterli desteği alamayan Viduka – Hasselbaink ikilisi karşısında savunmayı fazlasıyla rahatlatırken, diğer taraftan, ne kadar olsa yine İngiliz olan ve olur olmaz yaradana sığınarak oynayan Boro’nun dönen top hakimiyetini asgariye indirdi..
Böyle bir orta sahaya karşı oynayan rakibin, son iki turu çok daha vahim vaziyetlerden maç çevirerek geçmiş bir takım da olsa, en istemeyeceği şey skor dezavantajına düşmekti. Ki ilk yarım saatin sonunda tabela bu şekle dönünce, Boro’nun işi kendi kişisel meziyetlerinden ziyade Allah’a kalmış denilebilirdi..
İkinci yarının beşinci dakikasında, Palop’un elçiliğinde Kadir Mevla’m da tarafını belli edince maç fiilen bitmiş oldu..
Zira bu pozisyonun hemen ardından Sevilla, geçiş yaptığı post-modern Catenaccio ile, Maccarone’nin ikinci yarıya getirdiği kısmi hareketliliğin tekerrüre dönüşmesini engelledi ve Boro’nun son iki turdur dönüm noktası olan “Ha 1-0 olmuş, ha 5-0” diyeceği anın gelmesini beklemeye başladı.
Şimdi dışardan baktığımızda her şey Sevilla tarafından yazılmış bir senaryo gibi görünüyor gözümüze: Bir boks maçı misali rakiplerin birbirini tarttığı bir ilk yarım saat, bu sürenin sonlarına doğru gelen rastgele bir gol (Ki 60 veya 70’de de gelebilir ve filmin bir kısmını hızlandırmaktan kelli neyi değiştirebilirdi?), final bölümüne kadar sıklaştırılmış savunma tedbirleri, arada olur da konsantrasyon eksikliğinden gelirse bir şekilde savuşturulacak birkaç pozisyon ve final bölümünde malum rakip baskısına toplu halde çıkılan kontrataklarla verilecek karşılık; artık gol gelmese bile birinden, ikisinden sonra rakip haldır – huldur gelemez..
Gerçi dakikalar 90’a yaklaştıkça Sevilla’nın büründüğü “Daha da atacaktık ama hakem maçı bitirdi” psikolojisinin bu perspektiften makul bir izahı yok ama…
Sahada Viduka’nın kaçırdığı pozisyon dışında Boro namına gördüğümüz tek şey; Rochemback’ın tavan yapan top çalışlarla Sevilla’nın maç içerisinde niteliği niceliğinin iki katı görünen orta sahasına psikopatça direnişiydi (Boateng’i gören oldu mu?)..
Şayet, nihayetinde o da bir insan olan Rochemback’ın kapasitesi, oyunun diğer yönünü de yeterli ölçüde kaldırabilse, belki bu sayede birinin (Veya bir unsurun) eksenine girerek rahatlayacak olan Boro’nun geri kalanı da maça tesir edebilirdi.
Çeşitli eksiklerinin de vesilesiyle, UEFA Kupası’nda çizdiği genel profilin aksine iyice yerel bir futbol oynayan Boro, haliyle iki ayaklı bir eşleşmenin deplasman maçını oynar gibiydi ve yine haliyle, sezon başlarındaki özgüven sorununu da çoktan aşmış Sevilla karşısında kağıt üzerinde de pek şanslı değildi. Ama yine de bu hezimet, özellikle son iki turun tesiriyle oluşturdukları sempatiden çok bir şey götürmemiş olsa gerek.
İlaveten biz milletçe bizi 90. dakikada ayağa fırlatan adamı daha bir severiz.
Sevilla için ise söylenebilecek çok fazla bir şey yok. Geçen yazılardan birinde geçen tespiti, “UEFA Kupası’nı kazanan takımların ortak yönleri” teorisini doğruladılar. Ve elbette kupayı, yukarıda da söylediğimiz gibi, maç başlamadan dahi haketmişlerdi..
Gönül ister ki, Sevilla gibi total futbol oynayan, ya da en azında oynamaya çalışan / yaklaşan takımlar "Alternatif futbol kültürü" namına daha iyi yerlere gelsinler..
Ama önümüzdeki sene oyun sistemlerine yaratıcılık yönünden biraz olsun ekleme yapmadıkça, genel hatlarıyla daha iyi, daha başarılı bir takım olmanın anahtarını elde etmeleri, yani kendi liglerinde başa güreşmeyi başarmaları çok zor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder