Aslında köşemiz, tarihin en büyük kalecilerini anlatmaya ayrılmıştı ama bir Dünya Kupası geldi geçti. E haliyle bizimkileri biraz daha dikkatle izledim. Galiba, bunlardan bir yazı konusu çıkar. Tabi bu yazıyı sadece izlediğim maçlara dayanarak yazdığımı söylemeye gerek yok.
Öncelikle büyüklerden başlayalım. Ev sahibi Almanya’nın kalecisi Lehmann, Kosta Rika maçında sezon içindeki yüksek performansı ile karşılaştırma yapabilecek fazla pozisyonla karşılaşmadı. İki gol de, savunmanın ofsayt taktiğindeki hatasından dolayı Lehmann’la baş başa gelen hücum elemanlarından geldi. Yine de Oliver Kahn’dan kaleyi kapan bir kalecinin bu pozisyonlarda biraz daha etkili olmasını bekleyebilirdim. Ama Lehmann, ilerleyen maçlarda kaleyi hak ederek koruduğunu gösterdi. İtalya maçındaki gollerde de kimse Lehmann’ın başarısız olduğunu falan hatırlamayacak, o goller çok güzel vuruşlardan geldi. Üçüncülük maçında ise Kahn, kendisine yakışan bir oyunla veda etti milli takıma. Yalnız Portekiz maçını canlı izleyemesem de bir kaç defa izlediğim özetlerinde çok ilginç bir şey gözüme çarptı; ilk yarıdaki bir Portekiz kontra-atağında Kahn, soldan gelen oyuncunun açısını kapatırken, topun gol olması için gidebileceği üçgenin kendisine göre sağ-ortasında değil de resmen sağ kenarında yer tutarak direği arkasına aldı ve topu öyle kurtardı. Kahn gibi bir kalecinin yer tutma hatası yapmasını beklemek biraz hayalcilik olur. Acaba plase bir vuruşla topun diğer köşeye atılmasını mı manipüle etti?
Bütün maçlarını izlediğim Brezilya, özellikle Avustralya maçında D.K’nın en büyük sürprizine imza atmadıysa bunun için Dida’ya çok şey olmasa da bayağı bir şey borçlu. Uzaktan veya cepheden atılan şutlarda çok beğendiğim Dida, yan toplarda fiziğinin gerektirdiği kadar agresif değil. İki hafta önce yazıya başladığımda bu durumun, savunması biraz zayıf kalan Brezilya’ya kanat ortalarıyla hücum edecek bir takımın tehlikeli olma katsayısını yükseltebileceğini yazmışım. Nitekim Fransa’nın gol dahil en tehlikeli atakları kanatlardan geldi.
Fransa demişken; kale kesinlikle ismi Coupet olanın hakkıydı, ama -bir yerde okuduğuma göre Zidane’ın torpiliyle- Fransa kalesini kendi coupet olan Barthez korudu. Bence Barthez’in en iyi günleri çok geride kalmış ve bir kaç yıldır düzenli bir şekilde üst düzey futbol oynamadığı için zamanlama, top tutma gibi yetenekleri de körelmiş. Bir çok uzak şutta topu önce sektirip ya da kontrol edip sonra tutması gerekti. Finalde öncesinde ise Buffon’a karşı bariz bir şekilde geride görünse de maç içerisinde öyle fahiş bir hata yapmadı. Penaltılarda ise hiç kurtaramasa da İtalya’nın beş penaltısından 4’ünde köşeyi doğru bildi.
İtalya’nın da bütün maçlarını izledim ve Buffon, neden dünyanın en pahalı kalecisi olduğunu gösterdi. Kesinlikle varlığı güven veriyor ve turnuva boyunca yediği iki golden biri kendi takım arkadaşından, diğeri ise penaltıdan. Onun dışında hem Almanya hem de Fransa maçlarının uzatmalarındaki çok kritik kurtarışlarıyla belki de maçın dönüm noktasını belirleyen adam oldu. Bence Buffon’un turnuva boyunca tek falsosu, tamamı final maçında atılan 5 penaltının hiçbirinde köşeyi bilememesi oldu. Bu arada, turnuvanın en iyi kalecisi de Buffon seçilmiş, haketti.
Üç maçta da izlediğim Cech ise çok iyi yer tutması ve GM oyunlarında “anticipation” diye geçen ve bizim “uyanıklık-farkındalık” diye çevirebileceğimiz özelliklerini iyi kullanması sayesinde ülkesinin Gana maçında tarihi bir fark yemesini önledi. Ama, dünyanın en iyi 2-3 kalecisinden birisi olarak gösterilen Cech, elenen takımına Buffon ya da belki de Portekizli Ricardo gibi artı bir değer katamamış gibiydi.
İspanya’da da Casillas, bana göre sadece ismiyle kaledeydi. Ukrayna maçında zaten İspanyolların akıllıca uyguladığı ofsayt taktiği, Ukrayna’nın doğru dürüst pozisyona girmesini bile engelledi. Tunus maçında ise yediği golde, zaten ilk kurtarışı yakın mesafeden yapmayı başardı ama toplam 5 defans oyuncusu 2 Tunus’luya sahip çıkamadı. İkinci turda ise Fransa’nın tecrübeli ayaklarına yenik düştü. Çok fazla yapabileceği bir şey yoktu ama bir kalecinin ismi Buffon, Cech veya Casillas olunca insan biraz daha zor beğenen oluyor.
Kupanın başından beri İngiltere’nin yarı-sakat olan forvet hattıyla beraber yumuşak karnı olarak kalecisi Robinson gösteriliyordu ama bence o bu sınavı geçti. Sadece cepheden gelen toplarda birinci önceliği tokatlamak ya da yumruklamak oluyordu bunu biraz yadırgadım. Bir de cenaze levazımatçısı eldivenleri garipti. Yine de kimse “İngiltere D.K’dan, Robinson yüzünden elendi” diyemez, diyen de ayıp eder.
Abanzendonordamdombamomba.... (İMDAT.!!) ile ilgili bir fikir sahibi olamadan Arjantin kupayı kapattı. İlk turda Arjantin’in hücum hattı kendisi hakkında bir fikir sahibi olmamamıza fırsat bile vermedi. Ancak okuduğum eleştiriler yan toplarda zayıf olduğu şeklindeydi.Meksika maçında ise aynı fırsatı vermeyen Meksika’nın forvetleriydi. Kendisi için en önemli test olacak Almanya maçında ise sakatlanarak oyundan çıktı. Sanırım yaşı itibariyle kendisini ilk ve son kez D.K.’da izledik.
İsveç kalecisi İsaakson’u da bir tam maç boyunca izleyemedim. Aslında iyi bir kaleci görünümü verse de nedense bir şeyler eksik gibi geliyor bana. Gene sadece Portekiz maçında izlediğim Van Der Sar’a bir şey demek bize düşmez herhalde. Hırvat kaleci Pletikosa ve Avustralya’lı Schwarzer de başarılı kurtarışlarını gördüğüm kaleciler oldular.
Bu yazıyı yazmaya ilk tur maçlarının hemen ardından başlamıştım ve o zaman Portekizli Ricardo için “çok göze batmasa da bu turnuvanın en iyi kalecilerden birisi” diye yazmışım. Maçlar ilerledikçe bu daha da ortaya çıktı. Kendisine güveni yerinde, zamanlamaları doğru, patlama gücü yüksek ve sonuçta İngiltere’yi tek başına denize döktü. Ancak, Almanya maçında önce son anda falso almaya karar veren Teamgeist’in sonra da Petit’nin gazabına uğradı.
Burada Portekiz için kalecileri dışında bir kaç kelime etmek istiyorum; Hollanda maçında bu tuzağa düşmeye çok müsait genç rakiplerini bu kadar tahrik etmeleri benim için bu kupanın en çirkin olayıydı. Bu provokatif oyunları İngiletere, Fransa ve Almanya maçlarında da devam etti ve deyim yerindeyse D.K’nın başından sonuna kadar Portekiz’den nefret ettim. Rakibi sinirlendirmeye ve hakemi aldatmaya yönelik hareketleri maç içinde anlık oluşan şeyler değil, neredeyse takım stratejisinin bir parçasıydı.
Şimdi gelelim, bu yazıya esas ilham olan kalecilere. Özellikle Asya ve Afrika’dan gelen kaleciler (Ukrayna maçında izlediğim El Zaid-S. Arabistan hariç, Oben beğenmiş halbuki) her zamanki gibi yetenekli ancak fundamentali eksik bir görüntü çizdiler ve bu da becerikli forvetler tarafından her zaman olduğu gibi affedilmedi. Özellikle yan toplardaki kararları ve zamanlamaları, tek başına bu turnuvaya heyecan katan unsurlar. Sanırım bu durum Avrupa dışı ülkelerde kaleciliğin hâlen kimsenin istemediği mevkideki bir avuç gönüllü tarafından yürütülmesi ve kalecilik eğitimlerinin yeterince iyi olmaması yüzünden meydana geliyor. Tabi bu kıtalardaki liglerde mücadele kalitesinin Avrupa kadar yüksek olmaması da bir başka faktör.
Yine de izlediğim kadarıyla iki kalecinin öne çıktığını belirtmek istiyorum. Japonya kalesini koruyan Wakabayashi (ops pardon) Kawaguchi, özellikle karşı karşıya ve cepheden toplarda başarılıdan öte cengaver. Ama Avustralya maçında 83 dakika muhteşem oynadıktan sonra ceza sahasının nerdeyse dış köşesindeki topa çıkması herşeyi değiştirdi bence. Golü hatırlarsanız, Kawaguchi topa çıktıktan sonra top penaltı noktasındaki karambole düştü ve gol vuruşu 1-2 saniye sonra gelmesine rağmen Kawaguchi daha altıpasa bile dönememişti. Brezilya maçında da yediği 4 gol kimseyi aldatmasın; Kawaguchi olmasa o maçta Brezilya 8-10 tane atardı.
Benim için öne çıkan diğer Asya-Afrika kalecisi ise Angola’lı Ricardo. Sömürgelik meselesi nedeniyle herkesin sempatisini kazanan bu Afrika ülkesinin (bu olaya da biraz sinir oldum-Sanki Afrika’da sömürülmeyen ülke var) ilk iki maçında sadece 10 dakikayı kaçırdım. O da Portekiz maçının ilk 10 dakikasıydı. Yani Angola-İran maçını da izlemediğim göz önüne alınırsa benim izlediğim kadarıyla Angola gol yemedi. Ricardo, Portekiz maçında da iyiydi ama Meksika maçında bence yıldızlaştı. 2005/06 sezonunda hiç bir klüpte oynamayan ve antremanlarını kendi başına yürüten Ricardo, maçın ilk yarım saatindeki iki yan topa kısmen hatalı çıkışı (iki paragraf öncesini hatırlayın) haricinde mükemmele yakın oynadı. Bizim Kingston da hiç fena değildi ama bazen yukarıda bahsettiğim yan top zamanlama hataları yaptı. Fildişi’nin kalecisi Tizle ise hem yanlış baraj kurdurarak hem de kendisi yanlış yer tutarak Van Persie’ye güzel bir gol imkanı sundu.
Bir de Tunus kalecisi Boumnijel var; kendisi bana feci bir şekilde Shilton’u hatırlattı. 40 yaşında, gözle görülür şekilde kilo problemi var. Ama İspanya maçındaki Boumnijel bu haliyle bile Shilton’dan daha iyiydi sanki (tabi bu tespitimde benim Shilton’u hiç bir zaman adamdan saymamış olmamın yarattığı hata payını unutmayalım). Maç boyunca kulaklarımızı tırmalarcasına bağırarak defansını sürekli organize etti. Ama o da takımı gibi İspanya’nın, gerçekten gelecek vaadeden genç boğaları karşısında bir yere kadar dayanabildi. Bir tek Torres’in attığı ikinci golde, ceza sahasının dışına kadar çıkarak büyük hata yaptığını düşünüyorum.
Efendim, gözümüze çarpan kalecilere şöyle bir bakış attık. Bir iki de not dokundurup yazıyı kapatıyorum.
Penaltı atışlarıyla sonuçlanan ilk 3 maçta da (Ukrayna-İsveç, Almanya-Arjantin ve İngiltere-Portekiz) sadece kalecilerin yüzüne bakarak kimin kazanacağını anlayabilirdiniz. İlk yazımı hatırlıyor musunuz bilmem; penaltı anında esas endişenin oyuncuya ait olması gerektiğini söylemiştim. Shovkovskyi, Lehmann ve Ricardo’nun yüzlerindeki kendine güven ve rahatlık, Zubermueller, Arjantin’in yedek kalecisi Franco ve Robinson’dan çok daha fazlaydı. Hele Zubermueller’in endişesi ve Robinson’un bebek yüzlü, atanı teşvik eden suratı hâla gözümün önünde. Bir tek final maçındaki kaleciler arasında belli bir duygu farkı gözlenemiyordu.
Ne istiyor kardeşim bu FIFA, Adidas ve rating canavarları bizden? Her turnuva daha iyi bir top yaparak kalecileri müşküle koymak için var güçleriyle çalışıyorlar. Şimdi hakkını vermek lazım, Teamgeist gerçekten yusyuvarlak güzel bir top ve turnuva boyunca uzaktan atılan nefis gollerin sebebi oldu. Ama bunun sonu nereye gider düşünen var mı? Ceza sahasına girmeden yaradana sığınıp vuran bir sürü forvet ve Arjantin’in, Sırbistan’a attığı gollerin giderek tarih sahnesinden silinmesi... Tamam futbolun zevki için kalecilerin kurban edilmemiz gerekiyor olabilir ama bunu yetenekli forvetler yapsın, uzay çağı topları değil.....
Bu kadar... Bundan sonra kaldığımız yerden devam ediyoruz. Gordon Banks ve Yüzyılın Kurtarışı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder