İletişim

Twitter: @ortakafagolcom E-Mail: ortakafagol.com@gmail.com

11.07.2006

O Kafa Kaç Ton Çeker?

2006 Dünya Kupası için sıkıcı ya da benzeri yorumları yapanları anlayamıyorum. Oynanan futbolu çok beğendiğimden değil ama Dünya Kupalarının bu 15.si futbol oyununda bugüne kadar gördüğüm bir futbolcunun en büyük ağırlığına sahne olduğu için. Bizlere aktarılan büyük oyunculardan pek çoğuna zamanlama itibariyle yetişemedik. Sadece Maradona buna istisnaydı ama O’nu da Zidane’ı izlediğimiz kadar yoğunlukta seyredemediğimiz, seyredebildiğimiz zamanların çoğunda da maçları banttan takip edip o günlerin hissiyatına hakim olamadığımız için Cezayirli bir başka kaldı. Ve yine diyebilirim ki bu dünya kupasının ikinci turundan itibaren gelişen durum onun için bile başkaydı..


Muradım Zinedine Zidane kariyerinin en başarılı maçlarını çıkardı ya da bir oyuncunun oynayabileceği top bu kadardır demek değildir hemen söyleyeyim. Zidane’ın da daha iyi maçlarını seyrettim, başka futbolcuların 3,4 ya da 5 gol attıkları maçlar da. Ama seyrettiğim hiçbir oyuncu Fransa’nın 10 numarasının, Brezilya, Portekiz ve İtalya maçlarında sahip olduğu ağırlığa sahip değildi. Mesela Hagi Galatasaray’ın tartışmasız komutanıydı ama rakiplerinin saygısına özellikle de sevgisine pek mahzar olduğu söylenemezdi. Ya da şimdilerde Ronaldinho pek çok maçı (bu kupada olmadı ama) tek başına çevirebiliyor ama uyandırdığı his daha ziyade mahallenin pek yetenekli fırlamasına duyulan muhabbette benziyor. Ama Zidane öyle değil, o daha çok hepimizin ve belli ki sahadakilerin de futbolu ondan görüp sevdikleri ağabeyimiz, hani saygımızdan topu ayağından almak istemediğimiz..Futbolun Jordan’ı işte, bir blok yapıp onunla büyüdüğümüz efsaneyi bozmak yerine şerefli bir mağlubiyeti tercih edebileceğimiz insanüstü imge.


Ve derken kafa hadisesi. Dünyanın en iyi kalecisine atılan Panenka penaltısıyla başlayan ve giderek bir masala dönüşeceği izlenimini veren bir gecenin nihayeti. Böyle mi olmalıydı sorularının yükselişi. Evet bu bir masal idiyse böyle olmamalıydı ama anlaşılan o ki gerçek hayat masallardan esinlense de kendi bildiğince sonuçlanıyordu. Ve masallardaki kötü adamlar Marco Materazzi kadar acımasız ve bencil değildi belki de. Zidane’ın kaç çocuğa rol modeli olduğunu bilmiyorum, bir halkın onu ezenlere karşı direnişinin sembolü olduğundan da başarılarının Sarkozy’i faşistliğini sorgulamaya iteceğinden de emin değilim. Ama Zidane’ın dün geceye kadar rakip futbolculardan duyulabilecek her türlü küfürü duyduğundan eminim. Ve kariyerinin son maçında, bir dünya kupası finalinde yanından uzaklaştığı bir futbolcuya babalanmak amacıyla değil düpedüz zarar vermek amacıyla kafa attıran sözlerin ne olduğunu hep merak edeceğim. Ve benim gözümde Materazzi bu filmin kötü adamıdır, Zidane da profesyonel olduğunu unutmasaydı diyecek olanlara da gülüp geçerim. Profesyonellik benim bildiğim kadarıyla başkasına küfür etmeyi, tekme atmayı içermez; bugün bunlar buna dahil kabul ediliyorsa da bu benim sorunum değildir. Materazzi gibiler profesyonel sayılıp akıllı adam yerine konacak Zidane gibileri de sırf daha yetenekli oldukları ve diğerleri oyun dahilinde onları durduramadıkları için tekme yediklerinde, en galiz küfürleri işttiklerinde “profesyonelce” duracaklar, öyle mi? Hadi canım siz de, ya bu oyunu sevdiğinizi söylemekten vazgeçin ya da estetik, yeteneğe saygı gibi erdemlere sahip olduğunuzu düşünmekten..


Şiddetin her türlüsünün kötü olduğunu söyleyerek malumu beyan etmek istemiyorum. Ancak ne yalan söyleyeyim Materazzi gibiler daha kabiliyetli olanları türlü çirkefliklerle durdurup profesyonelliğin gereğini yapmış olmakla taltif edildiklerinde ya da Christiano Ronaldo gibiler karşı tarafın önemli oyuncusu atıldığında kendi kulubelerine göz kırptıklarında kanım donuyor. Futbolcuları çıkıp kıyasıya, kalleşçe olmadan mücadele ederken görmek istiyorum, rakiplerinden korkularından türlü ayak oyunu çevirirken değil.

Hiç yorum yok: